Meslek Düsturlarının Değişemezliği
Risale-i Nur hizmetinde temel teşkil eden ve aşağıda kısmen tesbitleri yapılmış olan meslek düsturlarının değişmezliği de bir esastır.
Hakiki keyfiyete medar ve Risale-i Nur’un hizmet hayatında hiçbir zaman değişmeyecek olan bu esaslar, Nurculuk hareketinin ehemmiyetli düsturlarından bir kısmıdır ki haslar dairesinin vasıfları ve temelidir.
Risale-i Nur hizmetinde temel teşkil eden ve aşağıda kısmen tesbitleri yapılmış olan meslek düsturlarının değişmezliği de bir esastır.
Hakiki keyfiyete medar ve Risale-i Nur’un hizmet hayatında hiçbir zaman değişmeyecek olan bu esaslar, Nurculuk hareketinin ehemmiyetli düsturlarından bir kısmıdır ki haslar dairesinin vasıfları ve temelidir. Bu hizmet düsturlarının ekseriyetini ihtiva eden Hizmet Rehberi ismindeki eserin mukaddimesinde bu hizmet düsturlarının değişmezliği ve Risale-i Nur’u her mes’elede merci tutmak gerektiği anlatılırken şöyle deniliyor:
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin meslek ve meşrebine dair Kur’andan ders aldığı çok muazzam bazı hakikatleri, hizmet-i imaniyede bulunan Nur Şakirdleri için daima tazelenen bir dersimiz ve her vakit temessük edeceğimiz değişmez düsturumuz,maddî – manevî her türlü engeller karşısındamuvaffakıyete, rıza-yı İlahîye îsal edici en ehemmiyetli rehberimiz manasıyla neşrediyoruz.
Çünki Risale-i Nur’un dairesi çok genişlemiş; çok muhtelif efkâr ve mizaç sahibleri, bu hizmet safında yer almışlardır. Elbette bütün efkâr, kanaat, meslek ve meşrebler üstündemakam-ı sıddıkiyette yer tutmuş ve şahs-ı manevî-i Âl-i Beyt’in mümessili olarak hizmet-i Kur’aniyenin başına geçmiş Üstad Bediüzzaman’ına’zamî ihlas,a’zamî sadakatve a’zamî fedakârlık manasını ihtiva eden, gösteren ve işaret edenmesleğini nazara vermek lâzım gelmektedir. Ta ki, hizmet-i Nuriyede bulunacak Kur’an Şakirdlerikıyamete kadar bu düsturlar müvacehesinde hareket etsinler.Muvaffakiyetin ve rıza-yı İlahîye nailiyetin,ancak bu suretle mümkün olacağına kat’i kanaat getirsinler.
Hizmet Rehberi 5 p1
Risale-i Nur hizmetinde tecelli eden rıza-yı İlahî ve tevfik nurlarının tevali ve devam etmesi içinherhalde Hazret-i Üstad Bediüzzaman’ın takib ettiği meslek ve meşrebi, yarım asra yaklaşan uzun bir hizmet devresinde muhtelif hâdiseler, şiddetli tazyikat ve hücumlar karşısında maddî ve manevî engeller içerisindetakındığı tavır, niyaz ve yaşadığı halet-i ruhiye ve gösterdiği azim ve sadakat gibi ahvali olan”sıddıkiyet mesleğidir” ki; Nur Talebeleri için ehemmiyetle bilinmek,anlaşılmak veyaşanmak îcab eder.
Çok dikkatle üzerinde durulması, tefekkür edilmesi gereken bedihi bir hakikat vardır ki, o da şudur: Risalelerde, mektublarda, lâhikalarda defalarca yazıldığı gibi mübarek Üstadımıza müracaat edenler ve ziyarete gelen bütün ziyaretçiler hemen umumiyetle daima görüyorlardı ki:
Üstadımız onların nazarlarınıRisale-i Nur’a tevcih ediyordu. Acaba bununsırr-ı hikmeti ne idi? Mütemadiyen ne için bu noktada tahşidat yapıyordu?
Evet bu muazzam bir hakikattır ve Hazret-i Bediüzzaman’a âfil bir muazzam hakikatın ifadesidir ki, dersimizi hakaik-ı Kur’aniye ve envâr-ı imaniye hazinesi olanRisale-i Nur’dan aldığımız gibi,birbirimizle manevî münasebet,alâka, uhuvvet ve muhabbetdüsturlarımızı da hep o Risale-i Nur’dan ders alacağız.
Evet bu zamanda, bu dehşetli ve cihanşümul hâdiseler hengâmındaKur’an Şakirdlericüz’î ve küllî, ferdî ve içtimaîbütün ders ve ikazlarını Risale-i Nur’la tahsil edeceklerdir…
Hizmet Rehberi 7 p1
…Risale-i Nur’daki hakaik, nasılki doğrudan doğruya feyz-i Kur’andan mülhem hakaik-ı imaniyedir,zaman ve zemine göre değişmez ebedî hakikatlardır. O kudsî hakaikın ders ve taliminde, neşir ve ilânatında da hizmete taalluk eden irşad, ikaz, teşvik ve tergibi tazammun eden şu gelecek mes’eleler de herhalde değişmez dersler ve esasattır ki, Nur Talebeleri hayatın ve hizmetinmuhtelif saha ve safhalarında onlardan istifade ederler, müşkilatlarını giderirler. Daha geniş istifade için bu Hizmet Rehberi’nin menbaı olan Külliyat-ı Nuriye ve mektubatı mütalaa etmelidirler…
Hizmet Rehberi 9 p1
Bediüzzaman Hazretleri, Eski Said devresinde dahi yazdıklarının değişmez hakikatler olduğunu, şöyle beyan eder:
…Bütün kuvvetimle derim ki:
Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, asr-ı saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
Şayet müstakbel tarafından üçyüz sene sonraki tenkidat-ı ukalâ mahkemesinden tarih celbnamesiyle celb olunsam, yine bu hakikatları tevessü’ ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.
Demek, hakikat tahavvül etmez;hakikat haktır. اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ
Divan-ı Harb-i Örfi 44 p son
Kur’andan mülhem Risale-i Nur’un meslek esaslarının değiştirilmesini istemeyen Bediüzzaman Hazretleri, Nur dairesinin yakınında bulunan bazı şahısların Risale-i Nur mesleğine uymayan dinî faaliyetlerini, Risale-i Nur’un meslek tarzına çevirmek için yazdığı mektublarında evvelâ mültefitane ve takdirkârane karşılar, sonra Risale-i Nur’un hizmet şeklini değiştirmemenin lüzumunu, akla kapı açıp icbar etmeyen bir üslûb ve ifade ile beyan eder.
Bir şahıs veya cüz’î bir hâdise münasebetiyle yazılan böyle bir mektub, aynı zamanda umum Nurcular için her zaman tazeliğini koruyan ve Nur’un meslek tarzının tesbitine ışık tutan bir ders olarak Risale-i Nur’da yerini alır.
Ezcümle bir zatın, tarikat tarzıyla yapmak istediği dinî hizmetinden dolayı yazılan mektubda evvelâ takdirkâr ve mültefitane karşılanır. Fakat mektubun sonunda, Risale-i Nur’un hizmet şeklinde karar kılınması açıklanır. Mektub aynen şöyledir:
Çok aziz ve sıddık, kahraman Sabri!
Cenab-ı Hak, Galib Bey gibi çok fedakârları İslâm ordusunda yetiştirsin. Bu zât garbda, aynı şarkta Hulusi Bey gibi imana hizmet ediyor. Tarîkat cihetiyle ehl-i imanı dalaletten çekmeye çalışıyor. Bu zât, eskiden beri Risale-i Nur’u görmeden Nur mesleğinde hareket etmeye çalışmış, sonra Nurlarla münasebeti kuvvetleştiği zaman, daha ziyade hizmet edebilir. Fakat Nur’un mesleği,hakikat ve Sünnet-i Seniye ve feraize dikkat ve büyük günahlardan çekinmek esastır; tarîkata ikinci, üçüncü derecede bakar. Galib kardeşimiz Alevîler içinde Kadirî, Şazelî, Rüfaî Tarîkatlarının bir hülâsasını Sünnet-i Seniye dairesinde Hulefa-yı Raşidîn, Aşere-i Mübeşşere’ye ilişmemek şartıyla muhabbet-i Âl-i Beyt dairesinde bir tarîkat dersi vermesini düşünüyor. Hakikat namına ve imanı kurtarmak ve bid’alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç-dört faidesi var:
Birincisi:Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Râfızîlik ve siyasî Bektaşîlikten bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faidesi var.
İkincisi: Hubb-u Ehl-i Beyt’i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Râfızî de olsa; zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünki muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beyt’in adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. İslâmiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarîkat namına çekmek, büyük bir faidedir.
Hem bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakârlıklarından istifade edip kendilerine âlet etmemek için Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirdlerinin üstadı İmam-ı Ali’dir (R.A.) ve Nur’un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır, elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.
Bu zaman, imanı kurtarmak zamanıdır. Seyr-ü sülûk-ü kalbî ile tarîkat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkilât bulunduğundan, Nur dairesi hakikat mesleğinde gidip tarîkatların faidesini temin eder diye o kardeşimize Ramazanını tebrik ve selâmımla beraber yazınız. O da bize dua etsin.
Emirdağ Lahikası I 241 p son
Aynı üslûbla yine Bediüzzaman Hazretleri tarafından yazdırılmış diğer bir örnek mektub:
Aziz, sıddık kardeşlerimiz Ziya ve Abdülmuhsin!
Üstadımız diyor ki:
“Eşref Edib kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir ve Nur’un bir hâmisidir. Ben vefat etsem de Eşref Edib, Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum.
Fakat Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok ve Risale-i Nur,rıza-i İlahîden başka hiç bir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensubları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlarını ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil. Çünki iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz.Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur’u hiç bir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar…
Emirdağ Lahikası II 35 p son
Risale-i Nur mesleğinden taviz verip içtimaî geniş dairedeki unvanlı kişilerle hizmet beraberliği yapılsa, binler kişilerin hatta diplomatların Risale-i Nura girip neşredecekleri halde, Risale-i Nur’da bir esas olan keyfiyeti yani ihlâs gibi meslek esaslarını değiştirmemeyi esas alan Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
Aziz, sıddık kardeşlerim!
[Hem manevî, hem maddî birkaç cihette sorulan bir suale mecburiyet tahtında bir cevabdır.]
Sual: Neden ne dâhilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlarahiçbir alâka peyda etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve şakirdlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men’ ediyorsun. Halbuki eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur dairesine girip parlak hakikatlarını neşredeceklerdi; hem bu kadar sebebsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın!
Elcevab: Bu alâkasızlık ve içtinabın en ehemmiyetli sebebi: Mesleğimizin esası olan “ihlas” bizi men’ediyor. Çünki bu gaflet zamanında, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevi âlet hükmüne getiriyor. Halbuki hakaik-i imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye âlet olamaz. Rıza-yı İlahîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i İlahiyeye dayanmaktır.
Emirdağ Lahikası I / 38 p son
…Bu sırada dâhilde o kadar dâhilî-haricî heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifade etmek, yani mahdud birkaç arkadaşına bedel ve çok diplomatları kendisine taraftar kazanmak için zemin hazır iken, sırf siyasete karışmamak ve ihlasına zarar vermemek ve hükûmetin nazarını kendine celbetmemek ve dünya ile meşgul olmamak için, bütün arkadaşlarına yazıp ki: “Sakın cereyanlara kapılmayınız, siyasete girmeyiniz, asayişe dokunmayınız!” dediği ve bu iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar verdikleri; eskisi evhamından, yenisi “Bize yardım etmiyor” diye ona çok sıkıntı verdikleri halde…
Emirdağ Lahikası I / 280 p son
Risale-i Nur’un mesleğini kutb-u a’zam dahi tasarrufu altına alamayacağını gösteren şu ifade:
Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı manevîsi “Ferîd” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki -ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz’da bulunan kutb-u a’zamın tasarrufundan hariç olduğunu.. ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımağa mecbur olmuyor. Ben eskide Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum.
Şimdi anlıyorum ki; Gavs-ı A’zam’da kutbiyet ve gavsiyetle beraber “ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamanda şakirdlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerreme’de dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur’un aleyhinde bir itiraz kutb-u a’zamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u a’zamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telakki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.
Kastamonu Lahikası 196 p son
Evet, dinde söz sahibi büyük imamların, kitab ve sünnete istinaden tesbit ettikleri düsturlar, Risale-i Nur meşrebinin değiştirmeden muhafaza edilmesi hükmünü te’yid ettiğini beyan eden Üstad Bediüzzaman diyor ki:
Ulema-i ilm-i kelâmın ve usûlü’d-din allâmelerinin ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin dâhi muhakkiklerinin İslâmî akidelere dair çok tetkik ve muhakematla ve âyât ve hadisleri müvazene ile kabul ettikleri usûlü’d-din düsturları, şimdiki Risalei Nur’un meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor.
Emirdağ Lâhikası I / 210 p son
Bediüzzaman Hazretleri, geçmiş asırlarda gelmiş müceddidlik makamındaki zâtlar bu zamanda olsaydılar, tasavvufî meslek tarzına bedel, Risale-i Nurun asıl vazifesi olan iman hizmetini esas alacaklarını şöyle ifade eder:
Eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır.»
(Mektubat sh: 23)
Hem Risale-i Nur, kesbî ilim yolundan gidenleri takib etmeyip Kur’ânın bu asrın insanlarına bakan ve beşerî tasarrufu kabul etmeyen Kur’ânî bir meslek olduğuna dikkat çeken şu beyanlar:
Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsiyle, herşeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.
Mesnevî Nuriye 8 p son
Resâili’n-Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki, semâvî olan Kur’ân’ın şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebei arşîsinden iktibas edilmiştir.
Şualar 690 p3
Risaletü’n-Nur sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış.Kur’ân’dan başka me’hazı yok,Kur’ân’dan başka üstadı yok,Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Telif olduğu vakit hiçbirkitap müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’âniden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor.
Şualar 711 p3
Bütün bu tarzdaki beyanlar, Risale-i Nurun müceddidiyetini ifade eder. Müceddid ise hataları tashih eder ve inayet-i hassa ile istikamet-i tammeye mazhardır.
Kur’andan tereşşuh eden o Sözler ve risaleler, Kur’an-ı Hakîm’in bir nevi müstakim tefsiri ve hakaik-i imaniyenin istikametli ve kuvvetli delilleri olduğundan; o risaleler ve Sözler’e gelen şeref ve takdir ve tahsin, Kur’ana ve hakaik-i imana aittir. Madem öyledir bilâ-perva derim ki:
وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍsırrıyla, Kur’anda elbette bu istikametli tefsirinin istikametine işaret var. Evet var. Kur’an o tefsirine hususî bakıyor.
… İstikametin bir hususiyeti var ki, tarihiyle işaret ediyor. Halbuki, o asırda şahsen istikamette mümtaz bir hususiyet kesb etmek çok uzaktır. Demek, şahsî istikamet değil. Öyleyse, o adamın teşebbüsüyle neşredilen esrar-ı Kur’âniye, o asırda istikamette imtiyaz kesb edecek. O adam şahsen gayr-ı müstakim olduğu halde, müstakimler içine ithali, o imtiyaza remzeder.
Sikke-i Tasdik-i Gaybî 162 p3
Şu halde müceddidin mesleğinde yapılacak değiştirme, hakikat-i ve istikameti tağyir ve tahrib mânâsını taşır.
Hatta “gelecek zât” diye haber verilen o büyük şahsiyet “Risale-i Nuru kendine hazır bir proğram yapacak” (Bak: Emirdağ Lâhikası I / 266 p1 ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî 9 p2) şeklindeki beyandan anlaşılıyor ki, O zât dahi Risale-i Nurun esasatını ve düsturlarını değiştirmeden tatbik edecek.
Hazret-i Üstad, senelerce takib ettiği mesleğinden ayrılmamayı, vasiyet makamında tavsiye eden beyanatının son kısmında, hassasiyetle şu hususu nazara verir:
Ben maddî ve mânevî herşeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve mânevî herşeyden ferağat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.
Emirdağ Lahikası II / 80 p3
Bunlar gibi daha da nümuneler gösterilebilir. Fakat bu parçalar, maksadı açık gösterdiğinden yeterli görüldü.
Risale-i Nurdaki sarih beyanların gösterdiği ve esas teşkil eden düsturların, beşerî anlayışlarla ilga veya tebdil edilmemesinin bir hikmeti, risalelerin çoğu vehbi ilim ve ilham ile yazdırılmış olmasıdır. (Bk: İPA – İslâm Prensipleri Ansiklopedisi 2294/2. p.) yani: Risale-i Nur’un ekserisi, manevî i’caz-ı Kur’andan geldiği ve dolayısıyla ilm-i beşerînin tasarruf edemiyeceği ortaya çıkıyor. Hatta Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nurun müellifi olduğu halde, değil manasına tasarruf etmek, manayı taşıyan tarz-ı ifadesine de dokunamadığını beyan eder. Ezcümle diyor ki:
Yazdığım vakit, irade ve ihtiyarımla olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkâl edecek bir vaziyet aldı.
Şualar 99 p1
Onbirinci Mektub hakkında da şöyle diyor:
Halbuki tanzimsiz, müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hâl ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye me’zun değiliz!
Mektubat 488 p2
Bütün Sözlerde konuşan ben değilim. Belki, işârât-ı Kur’âniye namına hakikattir. Hakikat ise hak söyler, doğru konuşur. Eğer yanlış birşey gördünüz muhakkak biliniz ki, haberim olmadan fikrim karışmış, karıştırmış, yanlış etmiş.
Sözler 651 p2
İnsan kusurlardan, nisyandan, sehivden hâli değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risalelerde hatalar da olmuş.
Kastamonu Lâhikası 161 p3
Buna benzer hayli ifadeler var. Evet kesbî ilim, ilhamla gelen vehbî ilme müdahale edemez. Risale-i Nur ise, ekseriyetle vehbî ve ilhamîdir. Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
Hakaike dair mesâilde külliyatları ve bazan da tafsilâtları sünuhat-ı ilhâmiye nev’inden olduğundan, hemen umumiyetle şüphesizdir, kat’îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telâkkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünkü, hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor.
Barla Lâhikası 138 p1
Risale-i Nur’un mesâili,ilimle, fikirle, niyetle ve kastî bir ihtiyarla değil ekseriyet-i mutlakayla sünuhat, zuhurat, ihtârât ile oluyor.
Kastamonu Lâhikası 210 p1
Bazı sualler soruyorsunuz. Aziz kardeşim, yazılan galip Sözler ve Mektuplar, ihtiyarsız, def’î ve âni bir surette kalbe geliyordu, güzel oluyordu. Eğer ihtiyar ile, Eski Said gibi kuvve-i ilmiye ile düşünüp cevap versem, sönük düşer, noksan olur.
Mektubat 279 p2
Bunlar gibi beyanlar, Risale-i Nur’un vehbîliğini gösteriyor ki ortaya koyduğu hakaik ve düsturlara, beşerî düşünce ve maslahat anlayışlariyle müdahaleleri kaldırmaz. Çünkü Kur’ândan irtibatı kesilir ve büyük felâkete kapı açılır. Hem yine Hazret-i Üstad kesbî ilmi, vehbî ilme tasarruf ettirilemiyeceğini ihtar makamında ve dâhi-i a’zam olmasına rağmen kendi şahsını misal göstererek diyor ki:
Ben Kur’ân-ı Hakîm’in sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellâlıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmıyacağım ve çıkarmak istemiyorum.
Barla Lâhikası 269 p1
İşte Hazret-i Bediüzzaman böyle derse, onun talebesinin, -ifade değişikliği yapmaya nisbeten en aşırı bir tasarruf sayılacak olan- düsturlardan değiştirmeye kalkışmanın ne kadar garib olacağı aşikârdır. Risale-i Nurda nazara verilen “teslimiyet” , “sadakat” ve “Risale-i Nura kanaat etme“ nin bir hakikatı da budur.
Bu meselenin bir ince ciheti şudur ki: İlham-ı ilâhî, kâinatı yaratan Hâlik’ın yarattıklarını her cihetle ihata eden ilminden geldiği cihetiyle mu’cize-i maneviye sırrını taşır. Yani Allahtan başka hiçbir kimsenin kelâmı, hakaik-ı kâinata ve esrar-ı ilâhiyeye ve ihtiyacat ve ahval-i beşeriyeye ve terakkiyatına tam mutabık külli manaları tazammun edemez ve etmesi de muhaldır. Bu sır içindir ki, Kur’an namına manen vazifeli olan müceddidlerin eserleri, ekseriyetle ilm-i ledünden ve ilhamdan hissedardır. İlm-i beşerî edebî sahada parlak ve zâhiren şa’şaalı cümleler ortaya koyabilir. Fakat bu kelime ve cümleleri, Kur’anda “kelimat-ı Rabbî” (18:109) tabiriyle bildirilen ve mezkûr mana inceliğine de bakan küllî ilhamların ve hâlî ve hilkat kelimelerinin yanında sönük kalır. Risale-i Nurların senelerce ve defalarca ve hayat boyunca okunmasının bir hikmeti de bu sır olsa gerek.
Düsturların değişmezliği cihetindeki diğer ehemmiyetli bir hususta şudur ki: ibadet hakikatı, ilâhî emir ve yasak ve tavsiyelere göre hareket etmekle tahakkuk eder. Bu emir ve tavsiyeleri de hakiki ehliyetli zatların Kur’andan alıp yazdıkları mutemed eserlerinden öğreniriz. Binaenaleyh Kur’andan mülhem Risalelerdeki düsturlara beşerî tasarrufun girmesi halinde, o düsturların Kur’andan gelme vasfı zedelenir ve hizmetin ibadet olma hakikatı da zail olur. Bu hususa Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde dikkat çekilir. Mes’eleyi uzatmamak için icmalen bâzı hikmetleri hatırlatmakla iktifa edildi. Çünkü aynı mes’ele hakkında buna benzer daha pek çok hikmetler vardır.
Derlememize Risale-i Nur mesleğinin değiştirmemesi ilealâkalı iki hatıra ile hatime veriyoruz şöyle ki;
Bir gün Galatasaray Lisesi’nde okuyan ve sonradan eczacı olan bir zât ziyarete gelmişti. Ben son ânında geldim. Tatsız bir vaziyet vardı, O anda anlayamadım. Onun ayrılmasından sonra Hazret-i Üstad, o anda hizmetinde bulunan kardeşlere çok hiddet etti. “Çocuk bunlar, çocuk olmasa tardedeceğim, bilmiyorlar. Çocuk bunlar!” dedi. Ben de mes’eleden çok endişeli bir halet-i ruhiyeye girmiştim. Bu sırada Üstad Hazretleri karyolada oturuyorlardı. Ben ise yerde ve halının üzerindeydim. Birden bana hitaben şöyle dedi:
“Muhammed, kardeşim, sen hakem ol, ben diyorum ki Risale-i Nur’un neşir ve medrese tarzı hizmetlerinin devam ve inkişafı lâzım, bunlar ise başka şeyler, başka hizmetler düşüncesinde.” Ben mes’eleyi “başka hizmetler” tabirinden anlamakla beraber, “Üstadım bizim vazifemiz, Risale-i Nur’un neşri ve ve medreselerin devamıdır.” deyince Üstad yüksek sesle “Tamam” diye ifadede bulundu. Ve o hiddet hali akşama doğru hayli hafifledi. Sonra Muhsin Ağabeye sordum. Gelen kardeşin bizim tarz-ı hizmetimizi pasif telakki etmesi ve orada bazı konuşmaların cereyan etmesi, Üstad’ın hiddetlenmesine sebeb olmuş.
Son Şahitler 3 / 235
Neşriyat esnasında Isparta’ya forma götürdüğüm bir defasında, dersten ağabeyler yeni çıkmışlardı. Üstad Hazretleri dersin sonunda şöyle bir sohbette bulunmuş. Zübeyir Ağabey taze taze nakletmişti:
“Kardaşlarım! Abdülkadir-i Geylanî şimdi gelse, “Said sen bu mesleğinden bir parça taviz versen, milyonlar insanlar senin kitaplarını okuyacak, fakat öyle yapmasan hem bunlardan mahrum kaldığın gibi, hapislerde zulümlerle, eziyetlerle cefa çekeceksin.” dese, “Hayır Üstadım ben bu zulümlere işkencelere razıyım, fakat mesleğimden en küçük bir taviz vermem.” diye ona söyleyeceğim.
Son Şahitler 3 / 246
ص