İnkarda Kuvvet Yoktur!

İnkarda Kuvvet Yoktur!

        İ’lem! Kavaid-i usûliyedendir ki: Bir mes’ele hakkında isbat edenin sözü nefyedenin sözüne müreccahtır. Çünki isbat edenin yardımcıları var, sözünde kuvvet olur. Nefyedenin yardımcısı olmadığından tek kalır, sözünde kuvvet yoktur. Hattâ bin adam bir şeyi nefyederse, bir adam gibidirBin adam da isbat ederse, isbat edenlerin her birisi bin olur. Çünki hepsi bir şeye bakıyorlar. Ve bir noktaya parmak bastıklarından birbirini takviye ediyorlar. Nefyedenlerde birbirini takviye etmek yoktur, her birisi tek kalır.

        Meselâ: Bin pencereden bir yıldızı görüp isbat eden bin adamın her birisi ötekisine yardımcı olur, sözünü takviye eder. Çünki o bin adam, parmakla işaret eder gibi, o şeyi isbat ediyorlar. Nefyedenler öyle değildir. Çünki nefy için sebeb lâzımdır. Sebebler de ayrı ayrı olur. Meselâ: Birisi “Gözümde za’fiyet var, göremedim”, ötekisi “Evimizde pencere yok”, ötekisi “Soğuktan başımı kaldırıp bakamadım” der. Ve hâkeza… Her birisi nefyine, müddeasına ayrı bir sebeb gösterdiğinden, kendisince yıldızın bulunmaması, nefs-ül emirde de yıldızın bulunmamasına delalet etmez ki birbirine yardımcı olsun.

        Binaenaleyh bir mes’ele-i imaniyenin nefyi hakkında ehl-i dalaletin ittifakları haber-i vâhid hükmündedir, tesiri yoktur. Amma ehl-i hidayetin mesail-i imaniyede olan sözleri, her birisi ötekisine yardımcıdır, takviye eder

Mesnevi-i Nuriye 85

        Bundan sonraki müteferrik yerlerden aldığımız bölümler ise aynı meseleyi farklı açılardan ele alarak ispat eder “Bin ince ipler toplansa, kopmaz bir halat olur.

        küffarın ve ehl-i dalaletin bir hakikat-ı imaniyeyi inkâr ve nefyetmelerinde kuvvet yoktur. Çünki nefiy sırrıyla ittifakları kuvvetsizdir. Bin nefyediciler, birtek hükmündedir. Meselâ: Bütün İstanbul ahalisi, Ramazanın başında ay’ı görmediğinden nefyetse, iki şahidin isbatıyla o cemm-i gafîrin nefiy ve ittifakı sukut eder. Madem küfrün ve dalaletin mahiyeti nefiydir ve inkârdır, cehildir ve ademdir, küffarın kesret ile ittifakı ehemmiyetsizdir. Ehl-i hakkın, hak ve sabit ve sübutu isbat olunan mesail-i imaniyede şuhuda istinad eden iki mü’minin hükmü, hadsiz ehl-i dalaletin ittifakına racih olur, galebe eder. Bu hakikatın sırrı şudur ki:

        Nefyedenlerin davaları sureten bir iken, müteaddiddir; birbiriyle ittihad edemez ki kuvvetlensin. İsbat edicilerin davaları ittihad ediyor, birbirinden kuvvet alır. Çünki gökteki hilâl-i Ramazanı görmeyen der ki: “Benim nazarımda ay yoktur; benim yanımda görünmüyor.” Başkası da, “Nazarımda yoktur.” der. Daha başkası da öyle der. Herbiri kendi nazarında “yoktur” der. Herbirinin nazarları ayrı ayrı ve nazara perde olan esbab dahi ayrı ayrı olabildiği için, davaları da ayrı ayrı olur; birbirine kuvvet veremez. Fakat isbat edenler demiyor ki: “Benim nazarımda ve gözümde hilâl var.” Belki “Nefs-ül emirde, göğün yüzünde hilâl vardır, görünür.” der. Görenler bütün aynı davayı ve “nefs-ül emirde vardır” der. Demek bütün davalar birdir. Nefyedenlerin nazarları ayrı ayrı olduğundan, davaları da ayrı ayrı olur. Nefs-ül emre hükmedemiyorlar. Çünki nefs-ül emirde nefiy isbat edilmez. Çünki ihata lâzımdır.
        وَ الْعَدَمُ الْمُطْلَقُ لاَ يُثْبِتُ اِلاَّ بِمُشْكِلاَتٍ عَظِيمَةٍ bir kaide-i usûldür. Evet birşeyi dünyada var desen, yalnız o şeyi göstermek kâfi gelir. Eğer yok deyip nefyetsen, bütün dünyayı eleyip göstermek lâzım gelir ki, tâ o nefiy isbat edilsin.

        İşte bu sırra binaen; ehl-i küfrün bir hakikatı nefyetmesi ise, bir mes’eleyi halletmek veyahud dar bir delikten geçmek veyahud bir hendekten atlamak misalindedir ki; bin de, bir de, birdir. Çünki birbirine yardımcı olamaz. Fakat isbat edenler nefs-ül emirde hakikat-ı hale baktıkları için, müddeaları ittihad ediyor. Kuvvetleri birbirine yardım eder. Büyük bir taşın kaldırmasına benzer ki, ne kadar eller yapışsa daha ziyade kaldırması kolay olur ve birbirinden kuvvet alır.

Mesnevi-i Nuriye 158

***

        İlm-i usûl-i dinde kavaid-i mukarreredendir ki:

  اِنَّ اْلاِمْكَانَ الذَّاتِىَّ لاَ يُنَافِى الْيَقِينَ اْلعِلْمِىَّ 

        Meselâ: Barla Denizi su olarak yerinde bulunduğuna yakînimiz var. Halbuki zâtında mümkündür ki; o deniz, bu dakikada batmış olsun ve batması mümkinattandırBu imkân-ı zâtî, madem bir emareden neş’et etmiyor, zihnî bir imkân olamaz ki, şekk olsun. Çünki yine ilm-i usûl-i dinde bir kaide-i mukarreredir ki: لاَ عِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِىءِ عَنْ دَلِيلٍ Yani: “Bir emareden gelmeyen bir ihtimal-i zâtî ise, bir imkân-ı zihnî olmaz ki, şübhe verip, ehemmiyeti olsun.” İşte bu desise-i şeytaniyeye maruz olan bîçare adam, hakaik-i imaniyeye yakînini, böyle zâtî imkânlar ile kaybediyor zanneder. Meselâ: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında beşeriyet itibariyle çok imkân-ı zâtiye hatırına geliyor ki, imanın cezm ü yakînine zarar vermezFakat o, zarar verdi zanneder, zarara düşer.

Lem’alar 75 p1

***

        …umumî mes’elelerde isbata karşı nefyin kıymeti yoktur ve kuvveti pek azdır. Meselâ: Ramazan-ı Şerif’in başında hilâli görmek hususunda, iki âmi şahid hilâli isbat etseler ve binlerle eşraf ve âlimler “görmedik” deyip nefyetseler, onların nefiyleri kıymetsiz ve kuvvetsizdir. Çünki isbatta birbirine kuvvet verir, birbirine tesanüd ve icma’ var. Nefiyde ise bir olsa bin olsa farkları yoktur; herkes kendi başına kalır, infiradî olur. Çünki isbat eden harice bakar ve nefs-ül emre göre hükmeder. Meselâ: Misalimizde olduğu gibi, biri dese: “Gökte ay vardır.” Diğer arkadaşı parmağını oraya basar, ikisi birleşip kuvvetleşirler.

        Nefy ve inkârda ise, nefs-ül emre bakmaz ve bakamaz. Çünki, “hususî olmayan ve has bir yere bakmayan bir nefy isbat edilmezmeşhur bir düsturdur.
        Meselâ bir şeyi dünyada var diye ben isbat etsem, sen de “dünyada yok” desen; benim bir işaretimle kolayca isbat edilebilen o şeyin sen nefyini yani ademini isbat etmek için, bütün dünyayı aramak ve taramak ve göstermek, belki geçmiş zamanların her tarafını dahi görmek lâzım geliyor. Sonra “yoktur, vuku bulmamıştır” diyebilirsin.

        Madem nefy ve inkâr edenler nefs-ül emre bakmazlar; belki kendi nefislerine ve akıllarına ve gözlerine bakıp hükmediyorlar. Elbette birbirine kuvvet veremezler ve zahîr olmazlar. Çünki görmeye ve bilmeye mani olan perdeler, sebebler ayrı ayrıdırlar. Herkes “Ben görmüyorum, benim yanımda ve itikadımda yoktur.” diyebilir. Yoksa “Vaki’de yoktur” diyemez. Eğer dese, hususan umum kâinata bakan iman mes’elelerinde dünya kadar büyük bir yalan olur ki, doğru diyemez ve doğrultulmaz.

        Elhasıl: İsbatta netice birdir, vâhiddir, tesanüd olur. Nefiyde ise, bir değildir, müteaddiddir. Ya “yanımda ve nazarımda” veya “itikadımda” gibi kayıdların herkese göre taaddüdü ile neticeler dahi taaddüd eder, daha tesanüd olmaz.

Şualar 100

***

        kaide-i mukarreredir ki: “Bir isbat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor.” Bir davaya müsbit bir şahidin hükmüyüz nâfîlere racih olur. Bu hakikata bu temsil ile bak. Şöyle ki:

        Bir saray, yüzer kapalı kapıları var. Bir tek kapı açılmasıyla, o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsabir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.

Lem’alar 89 p1