Allah’a İman Mevzuu 2

Allah’a İman Mevzuu 2

        102- (Ondördüncü Pencere)

قُلْ مَنْ بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ ٭ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ ٭

مَا مِنْ دَابَّةٍ اِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا ٭ اِنَّ رَبّىِ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ

        (sırlarınca: Herşey herşeyinde ve her şe’ninde tek bir Hâlık-ı Zülcelal’e muhtaçtır. Evet kâinattaki mevcudata bakıyoruz ve görüyoruz ki: Za’f-ı mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezahüratı var. Ve acz-i mutlak içinde bir kudret-i mutlakanın âsârı görünüyor. Meselâ nebatatın tohumlarında ve köklerindeki ukde-i hayatiyelerinin intibahları zamanında gösterdikleri hârika vaziyetleri gibi.

        Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gına-i mutlakın tezahüratı var: Kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyet-i fakiraneleri ve baharda şaşaalı servet ve gınaları gibi. Hem cümud-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhatı görünüyor: Anasır-ı camidenin zîhayat maddelere inkılabı gibi.

        103- Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir şuurun tezahüratı görünüyor: Zerrelerden yıldızlara kadar herşeyin harekâtında nizamat-ı âleme ve mesalih-i hayata ve metalib-i hikmete muvafık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârane vaziyetleri gibi. İşte bu acz içindeki kudret ve za’f içindeki kuvvet ve fakr içindeki servet ve gına ve cümud ve cehil içindeki hayat ve şuur; bilbedahe ve bizzarure bir Kadîr-i Mutlak ve Kaviyy-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum bir zâtın vücub-u vücuduna ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar. Heyet-i mecmuası ile büyük bir mikyasta bir cadde-i nuraniyeyi gösterir. İşte ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i İlahiyeyi tanımazsan; herbir şeye, hattâ herbir zerreye, hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve meharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, herşeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir. Sözler 663 p3)

        104- İmkan vücubu, mahlukiyet, halikıyeti, merzukıyet razıkiyeti göstermesi gibi, kainatta görünen umur-u izafiye ile İlahi sıfatların isbatı.

        105-(Yirmibeşinci Pencere) ( Nasılki madrub, elbette dâribe delalet eder. San’atlı bir eser, san’atkârı îcab eder. Veled, vâlidi iktiza eder. Tahtiyet, fevkıyeti istilzam eder ve hâkeza… Bütün umûr-u izafiye tabir ettikleri biri birisiz olmayan evsaf-ı nisbiye misillü şu kâinatın cüz’iyatında ve heyet-i umumiyesinde görünen imkân dahi, vücubu gösterir. Ve bütün onlarda görünen infial, bir fiili gösterir. Ve umumunda görünen mahlukıyet, hâlıkıyeti gösterir. Ve umumunda görünen kesret ve terkib, vahdeti istilzam eder. Ve vücub ve fiil ve hâlıkıyet ve vahdet, bilbedahe ve bizzarure mümkin, münfail, kesîr, mürekkeb, mahluk olmayan; vâcib ve fâil, vâhid ve hâlık olan mevsuflarını ister. Öyle ise bilbedahe bütün kâinattaki bütün imkânlar, bütün infialler, bütün mahlukıyetler, bütün kesret ve terkibler bir Zât-ı Vâcib-ül Vücud, Fa’alün-Lima Yürîd, Hâlık-ı Külli Şey‘e, Vâhid-i Ehad’e şehadet eder.

        106- Elhasıl: Nasıl imkândan vücub görünüyor, infialden fiil ve kesretten vahdet; bunların vücudu, onların vücuduna kat’iyyen delalet eder. Öyle de: Mevcudat üstünde görünen mahlukıyet ve merzukıyet gibi sıfatlar dahi, sâniiyet, rezzakıyet gibi şe’nlerin vücudlarına kat’î delalet ediyor. Şu sıfâtın vücudu dahi, bizzarure ve bilbedahe bir Hallak ve bir Rezzak Sâni’-i Rahîm’in vücuduna delalet eder. Demek herbir mevcud, taşıdığı yüzler bu çeşit sıfatlar lisanı ile, Zât-ı Vâcib-ül Vücud’un yüzler esma-i hüsnasına şehadet ederler. Bu şehadetler kabul edilmezse, mevcudatın bütün bu çeşit sıfatlarını inkâr etmek lâzım gelir… Sözler 678 p1)

        107-Müsebbebde görünen fevkalade san’at ve hikmet, sebebleri müessiriyetten azledib müsebbib-ül esbabı gösterir.

        108- (Yirmiyedinci Pencere)

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ

        Kâinatta, “esbab ve müsebbebat” görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki: En a’lâ bir sebeb, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbab bir perdedir. Müsebbebleri yapan başkadır. Meselâ; hadsiz masnuattan yalnız cüz’î bir misal olarak insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hâfızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki: Öyle bir câmi’ kitab belki kütübhane hükmündedir ki, bütün sergüzeşt-i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor.

        109- Acaba şu mu’cize-i kudrete hangi sebeb gösterilebilir? Telâfif-i dimağiye mi? Basit, şuursuz hüceyrat zerreleri mi? Tesadüf rüzgârları mı? Halbuki o mu’cize-i san’at, öyle bir zâtın san’atı olabilir ki; beşerin haşirde neşredilecek büyük defter-i a’malinden muhasebe vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri yazıldığını bildirmek için bir küçük sened istinsah edip, yazıp aklının eline verecek bir Sâni’-i Hakîm‘in san’atı olabilir. İşte beşerin kuvve-i hâfızasına misal olarak bütün yumurtaları, çekirdekleri, tohumları kıyas et ve bu câmi’ küçücük mu’cizelere, sair müsebbebatı da kıyas et. Çünki hangi müsebbebe ve masnua baksan, o derece hârika bir san’at var ki, değil onun âdi, basit sebebi, belki bütün esbab toplansa, ona karşı izhar-ı acz edecekler. Meselâ: Büyük bir sebeb zannedilen güneşi; ihtiyarlı, şuurlu farz ederek ona denilse: “Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?” Elbette diyecek ki: “Hâlıkımın ihsanı ile dükkânımda ziya, renkler, hararet çok. Fakat sineğin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki, ne benim dükkânımda bulunur ve ne de benim iktidarım dâhilindedir.”

        110- Hem nasılki müsebbebdeki hârika san’at ve tezyinat, esbabı azledip  Müsebbib-ül Esbab olan Vâcib-ül Vücud’a işaret ederek, وَ اِلَيْهِ يُرْجَعُ اْلاَمْرُ كُلُّهُ  sırrınca: Ona teslim-i umûr eder. Öyle de: Müsebbebata takılan neticeler, gayeler, faideler; bilbedahe perde-i esbab arkasında bir Rabb-ı Kerim’in, bir Hakîm-i Rahîm’in işleri olduğunu gösterir. Çünki şuursuz esbab, elbette bir gayeyi düşünüp çalışmaz. Halbuki görüyoruz: Vücuda gelen her mahluk, bir gaye değil, belki çok gayeleri, çok faideleri, çok hikmetleri takib ederek vücuda geliyor. Demek bir Rabb-ı Hakîm ve Kerim, o şeyleri yapıp gönderiyor. O faideleri onlara gaye-i vücud yapıyor. Meselâ, yağmur geliyor. Yağmuru zahiren intac eden esbab; hayvanatı düşünüp, onlara acıyıp merhamet etmekten ne kadar uzak olduğu malûmdur. Demek hayvanatı halkeden ve rızıklarını taahhüd eden bir Hâlık-ı Rahîm’in hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hattâ yağmura “rahmet” deniliyor. Çünki çok âsâr-ı rahmet ve faideleri tazammun ettiğinden, güya yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre geliyor. Hem bütün mahlukatın yüzüne tebessüm eden bütün zînetli nebatat ve hayvanattaki tezyinat ve gösterişler, bilbedahe perde-i gayb arkasında bu süslü ve güzel san’atlar ile kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bildirmek isteyen bir Zât-ı Zülcelal’in vücub-u vücuduna ve vahdetine delalet ederler. Demek eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler; tanıttırmak ve sevdirmek sıfatlarına kat’iyyen delalet eder. Sevdirmek ve tanıttırmak sıfatları ise; bilbedahe Vedud, Maruf bir Sâni’-i Kadîr’in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eder.

        111- Elhasıl: Sebeb gayet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise gayet san’atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, cahil ve camid olan esbabı ortadan atar, bir Sâni’-i Hakîm’in eline teslim eder. Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve meharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek isteyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni’-i Hakîm‘e işaret eder.

        112- Ey esbab-perest bîçare! Bu üç mühim hakikatı ne ile izah edebilirsin? Sen nasıl kendini kandırabilirsin? Aklın varsa, esbab perdesini yırt. “Vahdehu lâ şerîke leh” de, hadsiz evhamdan kurtul. Sözler 679 p3)

        113- İmanın altı esası, bütün delilleri ile birbirlerini isbat ettiğini anlatan Bediüzzaman Hz. diyor ki:

        ( İman altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattır ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkısam olmazlar. Çünki herbir rükn-ü imanî, kendini isbat eden hüccetleriyle sair erkân-ı imaniyeyi isbat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i a’zam olur. Öyle ise bütün erkânı, bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında bir tek rüknü, belki bir hakikatı ibtal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir. Gitgide küfr-ü mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur. Şualar 237 pson)

        NOT: Bu mes’elenin izah ve isbatı Risale-i Nur Külliyatından Şualar eserinin 9. Şua’ındadır.

        BU LÜGATÇEDEKİ KELİMELERE, BULUNDUKLARI YERLERE GÖRE MANA VERİLDİ.

-A-

Abesiyet-i mutlaka : Tam manasıyla hikmetsiz ve gayesiz şey.

Adem : Yokluk.

Adem ve vücud : Var olmamak veya var olmak.

Adem-i kabul : Delilsiz reddetmek.

Adem-i kabul : Kabul etmemek.

Adem-i takayyüd: Hiçbir şeyin kayıd ve bağlayıcılığı altında olmamak

Adem-i tasdik : Delil ve isbatları kabul etmemek.

Ahkâmlarını : Kanunlarını.

Ahval : Haller, durumlar.

Alâmet-i kıyamet : Kıyamet alameti.

A’lâ-yı illiyyîne : En yüksek derecelere.

Âlem-i misal : Maddi olmayan manevi bir alem.

Alîm-i küll-i şey : Her şeyi bilen. Allah

Âmi : Bilgisiz.

Âmir-i alîm : İlim sahibi olup emreden. ( Allah )

Âmm : Umumi ve geniş.

Anasır : Unsurlar.

Anasır-ı camide : Cansız unsurlar.

Antika-i san’at-ı rabbaniye : Allah’ın san’at antikası.

Ârifane : Yüksek ilim anlayışı ile.

Arş-ı a’zam : Herşeyi kaplayan en yüksek gök.

Arşî ve Süllemî : Mütekellimin denilen İslam felsefecilerinin Allah’ın varlığını isbatta kullandıkları delillerdendir.

Arzu-yu hilaf : Muhalif olmak arzusu.

Asab : Damar.

Âsâr : Eserler.

Âsâr-ı medeniyet : Medeniyet eserleri.

Asl : Temel.

Âyât-ı tekviniye : Yaratılmış varlıklar.

Aynelyakîn : Görerek bilmek.

Azamet : Allah’ın sonsuz büyüklüğü. Büyüklük.

Azamet ve kibriya : Allah’ın sonsuz büyüklüğü.

Azamet-i kibriya : Allah’ın sonsuz büyüklüğü.

Azamet-i maneviye : Manaca büyüklük

Azim : Büyük.

-B-

Bâtıl : Hakikatsız şey.

Bâtın : İç taraf.

Bedahet : Apaçıklık.

Bedahetle : Apaçık şekilde.

Bedi’ : Harika ve eşsiz.

Bedihiyat : Gözle görünüp bilinen apaçık şeyler.

Belâgat kanunları : Hakikata uygun ifade kaideleri.

Berk : Şimşek.

Besatîn-i daime : Ahirette devamlı olan bostanlar.

Bilbedahe : Apaçıklıkla.

Bizzarure : İster istemez.

Bizzât : Doğrudan doğruya.

-C-

Câmi’ : Çok şeyler kendinde toplanmış.

Canib : Taraf.

Cazibedar : Çekici

Cazibe-i umumî : Yıldızlarda ve her şeyde bulunan çekme kuvveti.

Cehl-i mutlak : Hiçbir hakikatı bilmemek.

Cehl-i mürekkeb : Hiçbir hakikatı bilmediği halde kendini bilir zannetmek.

Cemi’ : Bütün.

Cevahir-i ferd : Atom.

Cevvadane : Bol olarak.

Cihet-i isnad : Dayandığı ve kuvvet aldığı taraf.

Cilve-i kudret-i rabbaniye : Allah’ın kudretinin tecellisi.

Cism-i zîhayatta : Canlının vücudunda.

Cümud-u mutlak : Tam cansızlık.

Cünudunun : Ordularının.

Cüz’ : Parça, organ.

Cüz’î : Küçük şey. Bir yerde olan şey.

Cüz’î teferruat : Küçük mes’eleler.

Cüz’i-yi hakikî : Tam bir parça ve küçük bir şey.

Çare-i necat : Kurtuluş çaresi.

-D-

Daire-i mümkinat : Kainat.

Dalalat : Sapıklık.

Dalalet : Sapıklık.

Damen : Etek.

Dâr-ı teklifte : Dünya hayatında.

Dâribe : Vurana.

Deccal : Allah’ı inkar ile din düşmanlığı yapan bir hareketin başı.

Defter-i a’mal : Günah ve sevapların yazılı olduğu defter.

Deha-yı kudsî : Dinden gelen ileri görüş.

Desise : Hile, tuzak.

-E-

Ebna-yı cins : Kendi cinsi.

Echel : En cahil.

Ecram : Yıldızlar.

Eczahane-i kübra-yı alemde : Büyük bir eczahane olan kainatta.

Edviye : İlaçlar.

Ef’al : İşler. Fiiller.

Efkâr : Fikirler. Düşünceler.

Ehad : Birliği ile beraber herbir şeye tecelli edip idare eden manasında Allah’ın bir sıfatı.

Ehadiyet-i zâtiye : Zatının birliği.

Ehemmiyet-i san’aviye : San’atça kıymetlilik.

Ehl-i felsefe ve hikmet : Felsefeciler. Kur’an dersiyle değil, akıllarına göre hareket edenler.

Ehl-i Hakikat : Hakikatı bilip yaşayanlar.

Ehl-i hikmet : Bak: Ehl-i felsefe.

Ehl-i i’tizal : Mu’tezile mezhebinde olanlar.

Ehl-i Kur’an : Kur’ana bağlı olan alimler.

Ehl-i küfür : İnkarcılar.

Ehl-i tabiat :Varlıkları tabiat kanunlarının yaptığını sanan yanlış düşünce sahipleri. Tabiatçılar

Ehl-i usûl-üd din ve ülema-i ilm-i kelâm : İslam alimleri.

Elhak : Gerçekten.

Emirler : İşler.

Ene : Benlik. Allah’ı unutup kendine güvenmek.

Enfüsî : Vücuda ait.

Enva’ı : Çeşitleri.

Envâr-ı esrar : Derin ve ince hakikatler.

Envâr-ı marifet : Allah’ı tanıtan ilim nurları.

Erkân-ı imaniyeyi : İmanın esaslarını.

Esbab : Sebepler.

Esbab-ı Âlem : Kainattaki sebepler.

Esbab-ı Âlemin içtimaıyla : Kainattaki sebeplerin bir araya toplanmasıyla.

Esbabı azledip : Sebepleri atıp.

Esbab-ı camide : Cansız sebepler.

Esbabın içtimaında : Sebeplerin bir araya toplanmasında.

Esfel-i safilîne : En aşağı derecelere.

Eser : Yapılan iş ve elde edilen netice.

Esîr : Atomlardan küçük ve kainatta her yeri dolduran madde.

Esma : İsimler.

Esma-i Hüsna : Güzel isimler.

Esmar : Meyveler.

Eşcar : Ağaçlar.

Eşrat-ı saat : Kıyametin şartları.

Evham : Şüpheler.

Evsaf : Vasıflar, sıfatlar.

Evsaf-ı nisbiye : Birbirine kıyas ederek bilinen vasıf ve sıfatlar.

Ezeliyet : Başlangıcı olmamak.

Ezhar : Çiçekler.

-F-

Fa’alün-lima yürîd : İstediğini yapan.

Fâil : İşi yapan.

Fâilsiz : Yapıcısız.

Farîza-i zimmet : Yapılması gereken borç vazife.

Fâtır-ı Kerim-i Zülkemal : Allah.

Fehmetmek : Anlamak.

Fenn-i Sarfça : Dilbilgisinde.

Fevkıyet : Yukarı taraf.

Fezleke : Özet.

Fiilinde : İşinde.

Fikr-i bâtıl : Hakikatsız ve yanlış fikir.

Fikr-i tabiatı : Tabiatçılık fikrini.

Fıtraten : Yaratılıştan.

Furkan : Kur’an.

-G-

Gabi : Anlayışsız.

Gafiller : Gaflette olanlar.

Gaflet : Hak ve hakikata alakasızlık.

Gaye-i vücud : Yaratılışın gayesi.

Gayr-ı kabil oldukları : Mümkün olmadıkları.

Gına-i mutlak : Tam zenginlik.

Gurur-u ilmî : İlmim var diye gururlanmak.

-H-

Hakaik : Hakikatlar.

Hakaik-i imaniye : İman hakikatları.

Hakaik-i imaniye ve islâmiye : İslam ve iman hakikatları.

Hakaik-i İslâmiye : İslam dinini hakikatları.

Hakaik-i kâinat : Kainat hakikatları.

Hakaik-i kudsiye : Dindeki hakikatlar.

Hakîm : Her şeyi faydalı ve gayelerle yapan.

Hakîm-i ezelî : Allah.

Hakîm-i müdebbir : Tedbir ve hikmet sahibi. Allah.

Hâkim-i namdar : Ünlü padişah

Hâkim-i zişan : Ünlü padişah

Hakkalyakîn : İçine girip anlamak.

Hâlî : Boş.

Hâlık : Yaratıcı.

Hâlık-ı Âlem : Kainatın yaratıcısı.

Hâlık-ı kâinat : Bütün varlıkların yaratıcısı.

Hâlık-ı külli şey : Her şeyi yaratan. Allah.

Hâlıkıyet : Yaratıcılık.

Halitasından : Birleşmesinden.

Halk-ı ef’al : İnsan kendi fiil ve hareketlerini kendisi yaratıyor şeklindeki yanlış anlayış.

Hallak : Yaratıcı. Allah.

Hallakıyet-i ilahiye : Allah’ın halk ediciliği.

Hasiyet : Tesir.

Hâsiyet : Hususiyet. Özellik.

Haşir Söz’ü : Onuncu Söz olup Ahireti isbat eden bir kitap.

Haşirde : Ahiretin hesap vermek meydanında.

Haşr-i a’zam : Ahirette yani mahşerde bütün insanların tekrar dirilmeleri.

Heyet-i mecmuası : Bütünü.

Heyet-i umumiyesi : Hepsi, bütünü.

Hey’etler : Nizamlı birleşikler.

Hidemat : Hizmetler.

Hilâl : Yeni ay. Ay’ın ilk görülmesi.

Hilkat : Yaradılış.

Hodpesend : Kendini beğenen, benlikçi.

Hurafat :Batıl ve yanlış fikirler.

Hurdebînî : Mikroskopla büyütmeden görülemeyecek kadar küçük.

Huruf : Harfler.

Hurufat : Harfler.

Hüccet-i a’zam : Büyük delil.

Hüceyrat : Hücreler.

Hüceyre : Küçük hücre.

Hükemalar : Felsefeciler.

-İ-

İbadet : Kulluk. Allah’ın emirlerine ve yasaklarına göre hareket etmek.

İbretnüma : İbretler gösteren.

İ’caz : Mu’cize, harikalık.

İcma-ı ülema : Sözü geçen ilim adamları.

İdame edecek : Devam ettirecek.

İdam-ı ebedi : Sonsuz yokluğa düşmek.

İdare-i beden : Vücudun idaresi.

İhata : Her tarafını görmek.

İhatalı : Her şeyi kaplayan.

İhataya : Tamamını anlayıp kavramaya.

İhtar : Hatırlatmak.

İhticab-ı kudsi : Manevi perde.

İhtiyar dairesinde : Kişinin kendi isteğiyle.

İkame etmek : Koymak.

İktiza eder : Gerektirir.

İktiza ediyor : Gerektiriyor.

İ’lam edecek : Bildirecek.

İlka edemez : Getiremez.

İlmelyakîn : İlim ile bilmek.

İlm-i felsefe ve hükema : Felsefe ilmi ve feylesoflar.

İlm-i muhit : Her şeyi kaplayan ilim.

İlm-i Sâni : Allah’ın ilmi.

İltizam : Gerekli görüp taraftar olmak.

İltizam-ı muhalif : Zıt tarafı desteklemek.

İman-ı billah : Allah’a iman

İmkân : Olup olmaması mümkün olan şey.

İmtina’ : Olması mümkün olmamak İmkansızlık.

İmtiyaz : Seçkin ve karışıksızlık.

İnayet-i ezeliye : Allah’ın inayeti ve yardımı.

İnfial : Dıştan gelen tesiri almak.

İnfirat : Tek olmak.

İnfiradî : Birleşmemiş.

İnhisar altında : Dar sahada. Kayıtlı.

İnkılabı : Değişmesi.

İntac eden : Netice veren.

İntibahları : Uyanıp açılmaları.

İrade etti : Emretti.

İrca’ etmek : Döndürmek. Dayandırmak.

İrtikâbı : İşlenmesi, yapılması.

Îsal eden : Götüren.

İsm-i fâil : İşi yapanı gösteren kelime.

İsnad edilse : Mal edilse.

İstib’ad : Aklı ermediğinden olamaz zannetmek.

İstidlal : Delil olmak. Bir şeyden diğer bir şeyi anlamak.

İstifham-ı inkârî : Reddetmek şeklinde sormak. Mesela: “olmaz” diyene karşı “olmaz olur mu?” demek gibi.

İstilzam eder : Gerektirir.

İtikad edebilir : Kabul edebilir.

İtikad-ı küfriye : İmansızlık.

İzale : Yok etmek.

İzale eder : Yok eder.

İz’an : Sağlam inanıp itaat etmek.

İzhar-ı acz edecekler : Güçleri yetmediğini görecekler.

-K-

Kabil : Mümkün.

Kabil-i inkısam olmazlar : Bölünmezler.

Kabul-ü adem : Yok olduğuna inanmak.

Kadim : Ezeli, başlangıcı olmayan.

Kadîr : Kudret sahibi.

Kadîr-i mutlak : Sonsuz kudret sahibi. Allah.

Kadîr-i zülcelal : Allah.

Kahre giriftar edeceksin : Tehlikeye atacaksın.

Kalbeder : :Döndürür.

Kalem-i kudret : Allah’ın kudreti.

Kamer : Ay.

Kamet : Vücut yapısı.

Kanun-u padişahî : Padişahın kanunu.

Kâr-ı akıl : Akıl kârı. Akla uygun şey.

Kâsır : Dar

Katre katre : Damla damla.

Kavanin-i itibariyesi : Maddi vücudu olmayan kanunları.

Kavanin-i teşekkülât : Yapılıp şekillenmesinin kanunları.

Kemal-i iz’an ve teslimiyetle : Tam kabul edip itaat etmek.

Kesbeder : Kazanır.

Kesîr : Çokluk sahibi.

Kesret : Kainattaki çokluk. Çokluk.

Kesret-i enva-i sağire : Küçük nevilerin çokluğu.

Kesretin : Sebeblerin ve kainatın bütününün.

Keyfiyet : Bir şeyin durumu.

Kitab-ı kebir : Büyük kitab. Kainat.

Kur’an-ı azîm-i kâinat : Bütün varlıklar.

Kuvve-i hâfıza : Ezberleme ve zihinde tutmak gücü.

Kuvve-i vahime : Vehim duygusu. Var olanı yok; yok olanı var zannını veren his.

Küfr-ü inadî : İnat ile inkar etmek.

Küfrün : İmansızlığın.

Küfür : İnkar.

Küllî : Çok yerlerde bulunabilen.

Külliyet : Her yerde bulunmak.

Küre-i arz : Dünya.

-L-

Lâkayd : Alakasız.

Lem’alar : Parıltılar.

-M-

Maânî : Manalar.

Mabud-u ezelînin : Allah’ın.

Macun : Birkaç şeyden yapılan hamur gibi bir ilaç.

Maddeden mücerred : Maddi bir madde olmayan.

Madrub : Vurulan.

Mağrib : Batı.

Mahal : Yer.

Mahiyet : İç yüz, bir şeyin aslı, temeli.

Mahiyet-i mümkinat : Yaratılmış olan şeylerin iç yüzü ve hakikatı.

Mahiyet-i eşya : Eşyanın iç yüzü.

Mahlukıyet : Yaratılmak.

Mahşer : Toplanma yeri.

Mahz-ı hikmet : Bütünü ile hikmet ve hakikat.

Mahz-ı vahşet : Tam vahşi.

Makasıd-ı Âliye-i kudsiye : Dindeki yüksek maksatlar. Yaradılıştaki ilahi gayeler.

Makasıd : Maksatlar, gayeler.

Ma’kes : Aksetme yeri. Ayna.

Makul : Akla uygun.

Makuliyet : Akla uygunluk.

Mâlik : Sahib.

Malûmat : Bilgiler.

Malûmiyet : Bilmiş olmak.

Mana-yı harfi : Bir şeyden diğer bir şeyi bilmek.

Mana-yı ismi : Bir şeye yalnız kendisinin ne olduğunu bilmek için bakmak.

Maneviyatta : Dine ait meselelerde.

Marifete : Allah’ı bilmeye.

Marifet-i ilahiye : Allah’ı tanımak ilmi.

Marifetullah : Allah’ı ilim ile bilmek.

Ma’ruf : Tanınmış, anlaşılmış.

Masdar : Kelimenin kökü.

Masiyet : Günahkarlık.

Masnuat : San’atla yapılmış olan varlıklar.

Matlub : Maksad. Netice.

Meayib : Kusurlar.

Mecmu-u Âsâr : Eserlerin hepsi.

Mecmuundan : Bütününden.

Mecusiler : Sapıklığa giden bir mezhep.

Medar : Sebep.

Medar-ı münakaşa : Anlaşmazlık sebebi.

Meftun : Tutkun. Hayran.

Mekayis : Mikyaslar. Bir şeyi diğer şeyle karşılaştırmakla anlamak.

Mektubat-ı samedaniye : Çok manalar ifade eden eserler.

Memur-u İlahî : Allah’ın memuru.

Menazil-i latife : Hoş ve güzel menziller, yerler.

Menazır-ı sermediyenin : Ahiretteki daimi manzaralar.

Menba-ı hakaik : Hakikatların kaynağı.

Menfî itikadlarını : İnkarcılıklarını.

Menkûr : Gizlenmiş.

Mensucatları : Dokumaları.

Menşe’ : Kaynak.

Menşe-i mu’cizat : Harikaların çıktığı yer.

Meraya-ı nazife : Temiz ve parlak aynalar.

Merci’ : Dayanak noktası.

Merzukıyet : Rızka muhtaç olmak. İhtiyaçlılık.

Mesail : Mes’eleler.

Mesalih-i hayata : Hayat menfaatlarına ve maslahatlarına.

Mesîl : Benzer, eş.

Metalib-i hikmete : Hikmet ve gayelerin gereklerine.

Mevvadd-ı hayatiye : Hayatın asıl unsurları ve maddeleri.

Mevcud : Varlık.

Mevcud-u haricî : Maddi varlık.

Mevcud-u meçhul : Tamamıyle bilinmeyen varlık.

Mevsuf : Sıfat sahibi.

Mezraa : Tarla.

Mikyas : Nokta-i nazar. Bakış tarzı ve ölçüsü. Ölçü.

Mi’rac-ı marifet : Allah’ı bilip tanımak yolu.

Mir’at : Ayna.

Mîrî : Devlete ait.

Misil : Benzer.

Misillü : Gibi.

Mizan : Ölçü.

Mizan-ı kaza ve kaderiyle : Kader ve kaza ölçüsüyle.

Muallâ : Kıymeti yüksek.

Mûcid : Var edici.

Mu’cize-i kudret : Allah’ın kudret mucizesi.

Mu’ciz-nüma : Mu’cize gösteren.

Muhakeme : Düşünmek.

Muhakkikîn-i İslâmiye : Dinin yüksek alimleri.

Muhal : İmkansız.

Muhalat : Olması imkansız olan şeyler.

Muhasebe : Hesap vermek, sorguya çekilmek.

Muhassis : Tahsis edici.

Muhit : Her yeri kaplayan. Etrafı geniş daireler.

Muktezaları : Neticeleri, gerekleri.

Murassaatlı : Süslü.

Musanna : San’atli.

Muşahhas : Muayyen ve belli bir şey olan.

Mutavassıt : Orta derecede.

Muzaaf : İki kat.

Mübareze eden : Çarpışan.

Mübaşeret : Temas etmek. Maddi şekilde dokunmak.

Mübayenet-i mahiyet : Bir şeyin iç yüzü ve esas hakikatının başkalarına benzememesi.

Mücessem : Maddi olan.

Mücid-i Hakim : Hikmetle icad eden. Allah.

Müddet-i bekasında : Bütün hayatında.

Müdebbiri : Tedbir ile idare edeni.

Müessir : Te’sir eden, işi yapan.

Müessir-i hakikî : Hakiki te’sir sahibi . Allah.

Müfessir : Tefsir eden. Açıklayan.

Mülahaza : Düşünmek.

Mülhid : Dinsiz.

Mümkin : Sonradan yaratılmış olan.

Mümkinat : Yaratılmış olan şeyler. Yaratılmış şeyler.

Münacat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) : Peygamberimizin ( A.S.M. ) duası.

Münezzeh : Temiz, pak.

Münfail : Başkasından gelen tesiri alan.

Mün’im : Nimeti veren. Allah.

Münkir : İnkarcı, imansız.

Münkirane : İnkar edercesine.

Müraat : İtaat.

Müreccih : Bir şekli seçen.

Mürekkeb : Birkaç şeyin birleşmesiyle olan.

Mürekkebat : Birkaç şeyden yapılmış şeyler.

Müsademe edemez : Çarpışamaz.

Müsahhar : İtaat eden.

Müsavi : Eşit.

Müsebbeb : Sebeplerin neticesi.

Müsebbebat : Sebeplerin neticeleri.

Müsebbib-ül esbab : Sebeplerin sahibi. Allah.

Müsemma : İsim verilmiş olan. İsim sahibi.

Müstakim : Doğru yolda olan.

Müşabehet : Benzemek.

Müşahede : Görmek.

Müştekî : Şikayetçi.

Müştemil : Dolu.

Müşteri nazarı : Kusur bulmak niyetiyle bakmak.

Müteaddid : Çeşitli.

Müteceddid : Yeniden yapılmış.

Mütedâhil : İç içe.

Müteharrik : Hareketli.

Mütehayyir : Tamamen anlayamayıp şaşmış.

Mümteni : İmkansız.

Mütekellimîn : İslâm felsefe alimleri.

Mütereddid : Her tarafa dönebilir. Kararsız.

Müteselsil : Zincirleme.

Müteşabihat-ı Kur’aniye : Kur’an’ın çeşitli manaları bulunan ayetleri.

Müvellid-ül humuza : Oksijen.

Müvellid-ül ma : Hidrojen.

Müzeyyen : Süslü

Müzeyyenatın : Süslenmiş şeylerin.

-N-

Nasiyesini tutuyor : Alnını tutuyor. Yani; idaresi altında tutuyor.

Nazar : Bakış.

Nazarî : Akıl ve ilim ile bilinen.

Nazar-ı nübüvvet ve tevhid ve iman : İman ve Allah’ın bir olduğu hakikatı ve peygamber nazarı bakışı.

Nefiy : Kabul etmemek. İnkar etmek.

Nefsî tefekkür : Vücuddaki harika san’atları düşünmek.

Nefsinde : Vücudunda.

Nefs-ül emr : Hakikatın veya eşyanın kendisi.

Nefy : İnkar etmek. Yokdur diye iddia etmek.

Neş’et eden : Doğan.

Nizamat-ı kâinatın : Kainat mizanlarının.

Nizam-ı Âlem : Alemdeki nizam.

Nokta-i mihrakıye : Akislerin toplanma merkezi. Merkez.

Nokta-i nazar : Bakış açısı . Değer ölçüsü.

Nukuş : Nakışlar.

Nukuş-u san’at : San’at nakışları.

Nur-u tevhid : Allah’ın birliğini gösteren hakikat.

Nutfeler : İnsan ve hayvan tohumları.

Nücum : Yıldızlar.

Nüzulü : Gökten yere inmesi.

-Ö-

Örfî bir ülfet : Cemiyet içinde alışılmış olan şey.

-P-

Perde-i gayb : Görünmeyen alem perdesi veya görünmeyen alemin perdesi( Şehadet alemi)

-R-

Rabıta : Aradaki bağ ve münasebet.

Rabteden : Bağlayan.

Rasad : Bakış.

Rezzakıyet : Rızık ve ihtiyaçları verebilmeklik.

Rububiyet-i İlahiye : Allah’ın terbiyecilik sıfatı.

Rüknünden : Esasından.

-S-

Sâkin : Hareketsiz.

Sâlim : Tehlikesiz.

Saltanat-ı Rububiyetin : Allah’ın.

Samed : Hiçbir şeye muhtaç olmayıp , her şey ona muhtaç olan. Allah.

San’atkâr-ı zülcelâl : Allah.

Sâni’ : San’atı yapan. Allah.

Sâni’-i Hakîm : Her şeyi hikmet ve gayelerle yapan.

Sâni’-i Hakîm-i Zülcelâl : Allah.

Sani’-i Kâinat : Kâinatın san’atla yapıcısı olan. Allah.

Sâni’-i Zülcelâl : Allah.

Sânii : San’atkarı.

Sâniiyet : San’atkarlık..

Selim : Bozulmamış.

Semavî : Allah’tan gelen.

Semere-i âlem : Dünyanın meyvesi ve neticesi.

Sergüzeşt-i hayat : Hayat hadiseleri.

Setreder : Örter.

Seyyarat : Gezegenler.

Sıfât-ı mutlakayı : Herşeyi kaplayan Allah’ın sonsuz sıfatlarını.

Sikke : Mühür.

Silsile-i esbabı : Sebepler zincirini

Silsile-i mahlukat : Ardısıra yaradılmış varlıklar.

Silsileler : Varlıkların bir tertip ve sıralı yaradılışları.

Sır : Derin ve ince hakikat.

Sırr-ı ehadiyet ve samediyet : Allah’ın birliği ile beraber, her bir şeyi idare etmesi ve hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin ona muhtaç olması hakikatı.

Sofestaî : Maddi varlıkları dahi inkar eden sapık anlayış sahibi.

Sultan-ı Ezel ve Ebed’in : Allah’ın.

Sun’ : San’at.

Suri : Dışdaki.

Suubet : Zorluk.

Süfyan : Müslümanlar içinde din düşmanlığı yapan bir hareketin başı.

Sühulet : Kolaylık.

-Ş-

Şamil : Her şeyi kaplayan.

Şeair-i İslâmiye : Cemiyetçe yaşayan dini adetler.

Şekk : Şüphe.

Şems : Güneş.

Şe’n : İş.

Şe’nlerini : Hakikatlarını.

Şeriatı : Allah’ın kanunlarını.

Şeriat-ı fıtriye-i kübrasının : Kainattaki yaradılış kanunlarının.

Şerr : Kötülükler.

Şiddet-i nuru : Işığının şiddeti.

Şiddet-i zuhur : Açığa çıkış şiddeti. Çok ileri derecede apaçıklık.

Şirk : Allah’a ortak koşmak.

Şuaları : Işıkları.

Şuunat : İşler ve sıfatlar.

Şuunat : İşler.

Şuunat-ı kesîre : Pek çok işler.

Şuunat-ı zatiye : Kendisindeki kabiliyet.

Şuur : His ve anlayış.

-T-

Taaddüd : Ayrı ayrı olmak.

Taalluk : Alaka ve idare.

Taamlar : Yiyecekler.

Tabayi’ : Tabiatlar. Kanunlar.

Tabiata kalbeder : Hakikatsız olan( tabiat yapıyor.) anlayışına çevirir.

Tabiatperest : Tabiata tapan.

Tafsil-i mahiyet : İç yüzünü inceleme.

Tağyir eder : Değiştirir.

Taharri : Araştırma.

Tahassül ve tecelli eden : Meydana gelip görünen.

Tahayyül eder : Hayal eder.

Tahkir : Hakaret etmek.

Tahsis : Belli bir şekil ve hususiyet.

Tahsis edici : Bir tarafa ayırıcı ( yani yokluktan varlık tarafına ayırıp var edici)

Tahtiyet : Aşağı taraf.

Takarrüb : Yakınlaşmak.

Taklidî bir sema’dır : Büyüklerden duymakla delilsiz kabul etmektir.

Takyid edemez : Kayıt altına alıp mani olamaz.

Tarafdar-ı nefis : Nefis tarafdarlığı. Enaniyet.

Tarîk-i vahdaniyet : Vahdaniyet yolu. Yani : Allah’ın varlığının ve birliğinin hak ve doğru ve her şeyi Allah yaratıyor, hükmü.

Tasarruf : İdare.

Tasdik-i adem : Yokluğunu isbat ile kabul etmek.

Tasvirci : Resim yapan.

Tebarüz eder : Görünür. Meydana çıkar.

Tebaüd eden : Uzaklaşan.

Tecelliyat-ı esma : Allah’ın isimlerinin tecellileri.

Tecezzi : Parçalamak.

Tecrid : Ayırmak.

Tedbir-i rububiyetinde : İdaresi altında bulundurmak.

Teemmül : Hakikatını anlamaya çalışmak.

Tefekkür : Her şeyi Allah’ın san’at eserleri olarak bakıp düşünmek.

Tefrik : Ayırmak.

Teklif : Allah’ın emirleri.

Telâfif-i dimağiye : Beyindeki büklümler.

Telakki etmek : Kabul etmek.

Temaşa eden : Bakıp seyreden.

Temerrüd : İnad.

Temsilât-ı maddiye : Maddi alemden gösterilen temsiller.

Tenezzüh : Noksanlık ve kusurlardan temiz olmak.

Tereşşuhat : Sızıntılar.

Terkibli : Birkaç şeyden yapılmış.

Tesanüd ve icma’ : Birbirine kuvvet verip birleşmek.

Teselsül edemez : Zincirleme gidemez.

Teslim-i umûr eder : İşleri verir.

Teşahhus : Belli bir şekilde olmak.

Teşekkül : Yapılış.

Teşkil ve tasvir edebilir : Şekil ve suretlendirebilir.

Teşkil-i eşya ve vücud-u mahlukattır : Varlıkların var olmasıdır.

Tevaggul eden : Uğraşan.

Tevhidi : Allah’ın birliğine ait.

Te’villi : Değişik manada.

Tezahürat : Belirtiler.

Tezyin eden : Süsleyen.

Tezyinat : Süslendirmeler.

Tezyinat-ı zahiriye : Dış taraftaki süslendirmeler.

Tiryak : Çok tesirli ilaç.

Tiryak-ı acib : Harika ilaç.

Tulû’ etmesi : Meydana çıkması.

-U-

Ukde-i hayatiye : Hayat düğümü.

Uluhiyet : Allah’ın sıfatı.

Uluhiyet : Allahlık.

Uluhiyet-i mutlaka : Kainatta her şeye hükmü geçen Allahlık makamı.

Ulûm-u âliye-i ilahiye ve uhreviye : Ahirete ve Allah’a ait yüksek ilimler.

Umûr-u izafiye : Birbirine kıyasla bilinen şeyler.

-Ü-

Ünvanıyla : Namiyle.

Üslûb : İfade şekli.

Üstad-ı küll : Herşeyin üstadı ve hocası.

-V-

Vâcib : Yaradılmamış olarak var olan.

Vâcib-ül vücud : Varlığı ezeli olup yaratılmaya muhtaç olmayan.

Vahdanî : Bölünmez.

Vahdet : Allah’ın birliği. Birlik.

Vaki’de : Bir şeyin olduğu ve bulunduğu yerde.

Vâlidi : Doğuranı.

Varta : Tehlike.

Vasıta-i seyr ü seyahat : Gezip hareket etmek vasıtası.

Vaz’ ettiği : Koyduğu.

Vazife-i fıtrat : Yaradılıştan gerekli olan vazife.

Vehim : Kuruntu., hayal.

Veled : Doğmuş olan.

Veraset-i nübüvvet : Peygamberimize ( A.S.M.) vekil olabilen büyük alim.

Vesile-i ihticab : Perdelenip gizlenme sebebi.

Vesile-i ihtifa : Gizlenme sebebi.

Vicdanî : Vicdana ait.

Vücub : Olmaması imkansız.

Vücub : Olmaması mümkün olmayan, mutlaka var olan.

Vücub-u vücud : Yaratılmadan var olan varlık.

Vücud buluyor : Var oluyor.

Vücud ve vahdaniyet-i ilahiye : Allah’ın varlığı ve birliği.

Vücudî : Varlık sahasında.

Vücud-u ef’al : İşlerin ve fiillerin varlığı.

Vücud-u ilmîsi bulunan : Maddi vücudu bulunmayan.

Vüs’at : Genişlik.

-Y-

Yakîn : Şüphesiz olarak bilmek.

-Z-

Zâhib : Kabullenmiş.

Zahîr : Yardımcı.

Zât-ı Akdes : Allah.

Zât-ı Ehad ve Samed : Herşeyin kendisine muhtaç olup kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve aynı zamanda her şey idaresi altında olan zat. Allah

Zât-ı müşahhas : Muayyen ve belli bir tek zat.

Zatını : Kendisini.

Zemin : Yeryüzü.

Zerrat : Zerreler, atomlar.

Zerre : Atom, molekül.

Zîhayat : Canlı.

Zîkudret : Kudret sahibi.

Zulümat : Karanlıklar.

ص