Hem
de itikadımdır ki: İstikbale hüküm sürecek ve her kıt’asında
hâkim-i mutlak
olacak yalnız
hakikat-ı İslâmiyettir. Evet saadet-saray-ı istikbalde taht-nişin
hakaik ve maarif
yalnız İslâmiyet olacaktır. Onu fethedecek
yalnız odur; emareler görünüyorlar… Zira mazi kıt’asında, vahşetâbâd sahralarında hayme-nişin taassub ve taklid; veyahut cehlistan ülkesinde menzil-nişin müzahrefat ve istibdad olanlara, Şeriat-ı Garra’nın galebe-i mutlak ve istilâ-i
tammına sed ve mani olan sekiz emir, üç hakikat ile zîr ü zeber olmuşlardır ve oluyorlar. O maniler ise:
Ecnebilerde
taklid ve cehalet ve taassub ve kıssîslerin riyaseti.
Ve bizdeki mani ise; istibdad-ı mütenevvi ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahval ve ataleti intac eden ye’stir ki, şems-i İslâmiyetin küsufa yüz tutmasına
sebeb
olmuşlardır. (Muhakemat 9 p son)
Acaba istikbale karşı
ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve manevî terakkiyata vesile ve kuvvetli,sarsılmaz esbab varken ve demiryolu gibi
istikbal saadetine
yol açıldığı halde, nasıl me’yus olup ye’se düşüyorsunuz ve âlem-i İslâmın kuvve-i maneviyesini
kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümidsizlikle
zannediyorsunuz ki,
dünya herkese ve ecnebîlere terakki dünyasıdır, fakat
yalnız bîçare ehl-i İslâm için tedenni dünyası oldu diye pek yanlış bir hataya
düşüyorsunuz.
Madem meyl-ül istikmal
(tekâmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede
fıtraten dercedilmiş. Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa; istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâm’da
nev’-i beşerin eski hatiatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşâALLAH…
Evet bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi
bir daire içinde dönüyor.
Bazan
terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir.
Bazan
tedenni içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir.
Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı,bir baharı olacak. (Hutbe-i Şamiye36 p son)
Bu hakikat için, elbette bu yarım bürhanımız netice veriyor ki,
âhirette Cennet ve Cehennem’in
zarurî vücudları gibi, hayır ve hak din
istikbalde
mutlak galebe edecektir. Tâ ki, nev’-i beşerde dahi sair neviler gibi
hayır ve fazilet
galib-i mutlak olacak. Tâ beşer de sair kâinattaki kardeşlerine
müsavi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev’-i beşerde dahi
takarrur etti
denilebilsin.
Elhasıl: Madem mezkûr kat’î hakikatlarla bu kâinatta en müntehab netice ve Hâlık’ın nazarında
en ehemmiyetli mahluk
beşerdir.
Elbette ve elbette ve hayat-ı bâkiyede Cennet ve Cehennem’i,
bilbedahe
beşerdeki
şimdiye kadar
zalimane vaziyetler
Cehennem’in vücudunu ve fıtratındaki küllî istidadat-ı kemaliyesi ve kâinatı alâkadar eden hakaik-i imaniyesi, Cennet’i bedahetle
istilzam ettiği gibi; her halde iki harb-i umumî ile ve kâinatı ağlattıran cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerlerini hazmetmediği için kustuğu ve zeminin bütün yüzünü
pislendirdiği vaziyetiyle,
beşeriyeti en berbad bir dereceye düşürüp
bin senelik terakkiyatını
zîr ü zeber etmek cinayetini beşer hazmetmeyecek.
Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakaik-i İslâmiye, beşeri esfel-i safilîn
derece-i sukutundan kurtarmaya ve rûy-i zemini temizlemeğe ve sulh-u umumîyi temin etmeğe
vesile olmasını
Rahman-ı Rahîm’in rahmetinden
niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.(Hutbe-i Şamiye 42 p1)
Ey Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler
netice vermiyor mu ki; istikbalin
kıt’alarında hakikî ve manevî hâkim olacak ve beşeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevkedecek
yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılab etmiş
ve hurafattan ve tahrifattan
sıyrılacak İsevîlerin
hakikî dinidir ki Kur’an’a tâbi olur, ittifak eder. (Hutbe-i Şamiye 32 p3)
Onun için tenbellikle günahınız büyüktür.Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir.
Hususan kırk-elli sene sonra (1) Arab taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeğe, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi
eski zaman gibi
küre-i arzın nısfında,
belki ekserisinde
tesisine muvaffak olmanızı
rahmet-i İlahiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa,
inşâALLAH nesl-i âti görecek. (Hutbe-i Şamiye 57 p1)
Hem de tarih bize bildiriyor ki: Ehl-i İslâm’ın temeddünü, hakikat-ı İslâmiyete
ittiba’ları
nisbetindedir.
Başkaların temeddünü ise, dinleriyle makûsen mütenasibdir. Hem de hakikat bize bildiriyor ki: Mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz.
Lasiyyema uyanmış, insaniyeti tanımış, müstakbele ve ebede namzed olmuş adam
dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı
istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline
neşv ü nema verecek ve istimdadgâhı olacak noktayı –yani din-i hak olan dane-i hakikatı-
elde etmezse
yaşamaz. Bu sırdandır ki; herkeste din-i hakkı bulmak için
bir meyl-i taharri uyanmıştır. Demek istikbalde nev’-i
beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına
beraat-ül istihlal vardır. (Münazarat 46 p1)