Kizb ve Sıdk
KİZB: Yalan söyleme,yalan,sıdkın zıddı.
SIDK: Doğru söz, Hakikata muvafık olan *Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. *Ahdinde sabit olmak. *Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi. *Kalb temizliği
Cenab-ı Hakk tarafından , Hazret-i Peygamber ASM’ ın insanlara gönderilme hikmeti; güzel ahlakın tamamlanması ve kemale erdirilmesi olduğu hakikatının zikredildiği bir hadis-i şerifi nazar-ı dikkate arz eden Bediüzzaman Hazretleri Hutbe-i Şamiye adlı eserinde şöyle der;
…hadsiz salât ü selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa (A.S.M.) üzerine olsun ki, demiş: جِئْتُ ِلاُتَمِّمَ مَكَارِمَ اْلاَخْلاَقِ Yani; benim insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi’setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmekve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır.
Hutbe-i Şamiye 18
Evet, Kur’anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkıntimsali Muhammedi Arabi Aleyhissalatü Vesselam olduğu Lemalar adlı eserde şöyle dile getirilmiştir.
…Cenab-ı Hak Kur’an-ı Hakîm’de: وَاِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ ferman eder. Rivayat-ı sahiha ile Hazret-i Âişe-i Sıddıka (R.A.) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tarif ettikleri zaman “Hulukuhu-l Kur’an” diye tarif ediyorlardı. Yani: “Kur’anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur.”
Lemalar 59 p son
Evet Resul-i Ekrem ASM da içtima eden ahlak-ı aliyenin yalan ve hile gibi alçak hallere müsaade etmediğini ifade eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;
Malûmdur ki, bir zâtta içtima eden ahlâk-ı âliyenin imtizacından izzet-i nefis, haysiyet, şeref, vakar gibi; hasis, alçak şeylere tenezzül etmeğe müsaade etmeyen yüksek haller husule gelir. Evet melaike ulüvv-ü şanlarından, şeytanları reddeder, kabul etmezler. Kezalik bir zâtta içtima eden ahlâk-ı âliye; kizb, hile gibi alçak halleri reddeder. Evet yalnız şecaatle iştihar eden bir zât, kolay kolay yalana tenezzül etmez…
İşarat-ul İ’caz 107 p5
Siyer-i seniyesi tedkik edildiğinde Efendimiz ASM’ ın çocukluk devresinden ta nübüvvet vazifesi aldığı kırk yaşına kadar tek bir yalanına rastlanmadığı hem o yaştan sonra kişide bulunan ahlakın değişmeyeceğini Bediüzzaman Hazretleri İşarat-ül İ’caz tefsirinde şöyle dile getirir;
…O zâtın (A.S.M.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir hıyaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir. Eğer o zâtın yaradılışında, tabiatında bir fenalık, bir kötülük hissi ve meyli olmuş olsaydı; behemehal gençlik saikasıyla dışarıya verecekti. Halbuki bütün yaşını, ömrünü kemal-i istikametle, metanetle, iffetle, bir ıttırad ve intizam üzerine geçirmiş, düşmanları bile hileye işaret eden bir halini görmemişlerdir. Ve keza yaş kırka baliğ olduğunda iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz. Bu zâtın tam kırk yaşının başında iken yaptığı o inkılab-ı azîmi, âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celb ve cezbettiren, o zâtın (A.S.M.) evvel ve âhir herkesçe malûm olan sıdk u emaneti idi.
İşarat-ul İ’caz 107 p son
Resul-i Ekrem ASM’ ın ulvi ahlakının kaynağını teşkil eden Kur’an ayetleri aynı zamanda Müslümanlığın ahlaki kaidelerini de ortaya koymaktadır. Kur’an ayetleri tarafından şiddetle takbih edilen bir kısım ahlak-ı seyyie İşarat-ül İ’caz da şöyle zikredilmiştir;
İslâm Peygamberinin seciyesini aydınlatan Kur’an âyetleri, son derece mükemmel ve son derece müessirdir. Bu kısım âyetler, Müslümanlığın ahlâkî kaidelerini ifade eder. Fakat bu kaideler, bir-iki sureye münhasır değildir.
Bu âyetler, İslâmiyetin muhteşem bünyasında, altundan bir kordon gibi işlenmiştir. İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi Kur’an tarafından en şiddetli surette takbih olunmuş ve bunlar, reziletin tâ kendisi tanınmıştı. Diğer taraftan hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisad, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik, herşeyden fazla Cenab-ı Hakk’a itimad ve tevekkül, Allah’a itaat… Müslümanlık nazarında hakikî iman esasları ve hakikî bir mü’minin başlıca sıfatlarıolarak gösterilmiştir.
İşarat-ul İ’caz 222 p5
Ahlak-ı aliyeyi insanda daimi kılan hasletler ise ancak ciddiyet ve doğruluktur.
Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikata yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır. Eğer sıdk kalkıparayakizb girerse, rüzgârlara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur.
İşarat-ül İ’caz 107 p1
İşarat-ül İ’caz adlı eserde Bakara suresinin 8. Ayeti tefsir edilirken yalanın bazı hasiyetleri şöyle ifade edilir;
…kizb küfrün esasıdır. Kizb nifakın birinci alâmetidir. Kizb kudret-i İlahiyeye bir iftiradır.Kizb hikmet-i Rabbaniyeye zıddır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren kizbdir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ü rüsva eden kizbdir. İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen kizbdir.
İşarat-ül İ’caz 82 p1
Oysa kizbin zıddı olan sıdk, İslamiyetin esası ve imanın hassasıdır.
İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır.Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm’ın nizamı, sıdktır. Nev’-i beşeri kâ’be-i kemalâta îsal eden, sıdktır. Ashab-ı Kiram’ı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır.
İşarat-ül İ’caz 82 p son
Evet, Sıdkın bir tanesi bile binler batman hayalata tercih edilir.
Yalan, Bir Lafz-ı Kâfirdir
Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı.
Yeri verir sükûta, eğer çıksa zararlı… Yalanayer hiç yoktur, çendan olsa faydalı. Her sözündoğru olsun, her hükmünhak olmalı.
Lâkin hakkın olamaz, her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli.
خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرْ kendine düstur etmeli…
Sözler 711 p5
Kizb hem çirkin bir haslet hem büyük bir kusurdur.
…hulf-ül va’d ve hilaf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir hasletve naks u kusurdur.
Mekbubat 228 p1
Hakiki bir Müslüman hayatı pahasına da olsa yalana tenezzül etmemelidir.
…Biz ki hakiki müslümanız, aldanırız fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz!..
Tarihçe-i Hayat 72 p son
Şarktaki aşiretleri dolaşıp onları irşad eden Bediüzzaman Hazretleri bir Müslümanda en evvel bulunması gereken şeyin Doğruluk olduğuna dikkat çeker ve der ki;
S- Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?
C- Doğruluk.
S- Daha.
C- Yalan söylememek.
S- Sonra.
C- Sıdk, sadakat, ihlâs, sebat, tesanüddür.
S- Neden?
C- Küfrün mahiyeti yalandır, imanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki; hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamiyledir.
Tarihçe-i Hayat 87 p2
Kizb ve sıdk nar ve nur gibi birbirinden ayrı olması gerektiği halde gaddar siyaset ve zalim propaganda vasıtasıyla içi içe girip beşerin kemalatını dahi karıştırmıştır.
ÜÇÜNCÜ KELİME ki; bütün hayatımdaki tahkikatımla ve hayat-ı içtimaiyenin çalkamasıyla hülâsa ve zübdesi bana kat’î bildirmiş ki: Sıdk, İslâmiyetin üss-ül esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyle ise, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.
Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır.Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni’-i Zülcelal’in kudretine iftira etmektir.
Küfür, bütün enva’ıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Hâlbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştırmış.
Tarihçe-i Hayat 95 p son
Yalanın bütün çirkinliği ve sıdkın bütün güzelliği ile tezahür ettiği asr-ı saadette, sıdk ve kizb birbirinden iman ve küfür kadar uzak olduğu halde, zamanla bu iki haslet birbirine yakınlaşıp ikisi bir dükkanda satılır hale gelmiştir. Asr-ı hazır-ı Siyaset ise yalana ziyade revaç vererek yalancılığın umumileşmesine vesile olmuştur.
Bu sıdk ve kizb, küfür ve iman kadar birbirinden uzak. Asr-ı Saadette sıdk vasıtasıyla Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın a’lâ-yı illiyyîne çıkması ve o sıdk anahtarıylahakaik-i imaniye ve hakaik-i kâinat hazinesi açılmasısırrıyla, içtimaiyat-ı beşeriye çarşısında sıdken revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta hükmüne geçmiş.
Ve kizb vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab’ın emsali, esfel-i safilîne sukut etmiş. Ve kizb o zamanda küfriyat ve hurafatın anahtarı olduğunu o inkılab-ı azîm gösterdiğinden,kâinat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın almak değil; herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana, elbette o inkılab-ı azîmin saff-ı evveli olan ve fıtratlarında en revaçlı ve medar-ı iftihar şeyleri almak ve en kıymetli ve revaçlı mallara müşteri olmak fıtratında bulunan sahabeler; elbette şübhesiz bilerek ellerini yalana uzatmazlar.Kizb ile kendilerini mülevves etmezler. Müseylime-i Kezzab’a kendilerini benzetemezler. Belki bütün kuvvetleriyle ve meyl-i fıtrîleriyle en revaçlı mal ve en kıymettar meta ve hakikatların anahtarı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın a’lâ-yı illiyyîne çıkmasının basamağı olan sıdk ve doğruluğa müşteri olup, mümkün olduğu kadar sıdktan ayrılmamağa çalıştıklarından, ilm-i hadîsçe ve ülema-i şeriat içinde bir kaide-i mukarrere olan “Sahabeler, daima doğru söylerler. Onlardaki rivayet tezkiyeye muhtaç değil. Peygamber’den (Aleyhissalâtü Vesselâm) rivayet ettikleri hadîsler, bütün sahihtir” diye ehl-i şeriat ve ehl-i hadîsin ittifakına kat’î hüccet, bu mezkûr hakikattır.
İşte Asr-ı Saadetteki inkılab-ı azîm, sıdk ile kizb, iman ile küfür kadar birbirinden uzak iken zaman geçtikçe gele gele birbirine yakınlaştı. Ve siyaset propagandası bazan yalana ziyade revaç verdi. Fenalık ve yalancılık bir derece meydan aldı. İşte bu hakikat içindir ki, sahabelere kimse yetişemez. Yirmiyedinci Söz’ün zeyli olan sahabeler hakkındaki risaleye havale edip kısa kesiyoruz.
Ey bu Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim! Ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki dörtyüz milyon ehl-i iman olan ihvanımız! Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. “Urvet-ül vüska” sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincirdoğruluktur.
Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş. Maslahat ve zaruret için bazı âlim “muvakkat” fetvası vermişler. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünki o kadar sû’-i istimal edilmiş ki, yüzzararı içinde bir menfaatı olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez.
Meselâ: Seferde namazı kasretmenin sebebi, meşakkattır. Fakat illet olamaz. Çünki muayyen bir haddi yok. Sû’-i istimale düşebilir. Belki illet, yalnız sefer olabilir. Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeğe illet olamaz. Çünki muayyen bir haddi yok, sû’-i istimale müsaid bir bataklıktır.Hükm-ü fetva ona bina edilmez. Öyle ise
اِمَّا الصِّدْقُ وَاِمَّا السُّكُوتُ Yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir.
İşte şimdi beşerin ortadaki dehşetli yalancılığıyla ve tezviratlarıyla emniyet-i umumiyenin ve rûy-i zemin asayişlerinin zîr ü zeber olması kizble ve maslahatın sû’-i istimali ile olmasından, elbette o üçüncü yolu kapatmağa beşeri mecbur ediyor ve kat’î emir veriyor. Yoksa bu yarım asırda gördükleri umumî harbler ve dehşetli inkılablar ve sukutlar ve tahribatlar, başlarına bir kıyameti koparacak.
Evet her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar versesükût etmek.. yoksa yalanahiç fetva yok. Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yok. Çünki hâlis olmazsa sû’-i tesir eder; hak, haksızlıkta sarfolur.
Hutbe-i Şamiye 48 p1
Maslahat için kizbin caiz olup olmadığıyla alakalı sorulan bir suale verdiği cevapta; maslahat denilen şeyin aslında batıl bir özür olduğunu, miktarı muayyen olmayan bir şeyin hükümlere illet ve medar olamayacağını ve had altına alınmadığından çok su-i istimallere medar olacağını ve böyle bir fetvayla amel edilemeyeceğini dile getiren Bediüzzaman Hazretleri ; yalnız kinaye ve ta’riz suretiyle yani gayr-i sarih bir kelime ile söylenilen yalanın kizb olmadığını şöyle ifade eder;
Sual:Bir maslahata binaen kizbin caiz olduğu söylenilmektedir. Öyle midir?
Cevab: Evet, kat’î ve zarurî bir maslahat için bir mesağ-ı şer’î vardır. Fakat hakikata bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usûl-i şeriatta takarrur ettiği vechile, mazbut ve miktarı muayyen olmayan bir şey, hükümlere illet ve medar olamaz. Çünki mikdarı bir hadd altına alınmadığındansû’-i istimale uğrar. Maahaza bir şeyin zararı menfaatına galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat,oşeyi terketmekte olur. Evet âlemde görünen bu kadar inkılablar ve karışıklıklar, zararın özür telakki edilen maslahata galebe etmesine bir şahiddir. Fakat kinaye veya ta’riz suretiyle yani gayr-ı sarih bir kelime ile söylenilen yalan, kizbden sayılmaz.
Hülâsa: Yol ikidir: Ya sükût etmektir. Çünki söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır.Veya sıdktır. Çünki İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm’ın nizamı, sıdktır. Nev’-i beşeri kâ’be-i kemalâta îsal eden, sıdktır. Ashab-ı Kiram’ı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır.
İşarat-ül İ’caz 82 p5
İlm-i belagata ait ilm-i beyandan bahsederken, sıdk ve kizbin yahut tasdik ve tekzibin kinayet ve emsallerinde “maânî-i ûlâ” tabir olunan kendilerinden evvelki tabirlerin manasına bakmadığını belki “maânî-i sânevî” ile tabir olunan ve asıl kasdedilen manaya baktığını söyleyen Bediüzzaman Hazretleri, böyle sözlerin birinci manalarının doğru olmaması durumunda da yalan sayılmayacağını güzel bir örnekle şöyle izah eder;
Hem de usûl-i mukarreredendir: Sıdk ve kizb yahut tasdik ve tekzib; kinayatve emsallerinde, fenn-i Beyan’da “maânî-i ûlâ” tabir olunan suret-i manayaraci’ değildirler. Ancak “maânî-i sânevî” ile tabir olunan maksad ve garaza teveccüh ederler. Meselâ: “Filanın kılıncının bendi uzundur” denilse; kılıncı olmazsa da, fakat kameti uzun olursa, yine hüküm doğrudur, yalan değildir…
Muhakemat 15 p3
Kendi mezhebinde hiçbir cihetle yalana cevaz verilmediği için aleyhine dahi olsa hak ve hakikati söyleme mecburiyetinde olduğunu dile getiren Bediüzzaman Hazretleri der ki;
En ziyade bizi gayet hayretle, nihayet bir me’yusiyete düşüren şudur ki: Ispartada habbeyi kubbe yapıp, hiçbir hakikata istinad etmiyen evham ve ihbarata binaen hakkımda verdikleri karara karşı, mezhebimizdeyalanahiçbir cihetlecevazverilmediğinden, aleyhimde de olsa, hak ve doğru söylemek mecburiyetiyle, yüzyirmi sahife kuvvetli ve mantıkî delillerle kendimi müdafaa ettiğim ve bu kanunla hiçbir cihetle temasım olmadığını isbat ettiğim halde; bu müdafaatımı ve isbatımı hiç nazara almayarak,…
Tarihçe-i Hayat 256 p2
Söylenen en büyük yalanın Allah ve O’nun Resulü namına söylenen yalanlar olduğu Mektubat adlı eserde şöyle ifade edilmiştir;
…Allah namına iftira eden, yalan söyleyen en edna bir dereceye düşer… Mektubat 373 p1 sonu
…”Benden bilerek yalan birşey haber veren, Cehennem ateşinden yerini hazırlasın!” mealindeki hadîs-i şerifin tehdidine karşı, yalana mukabil sükût etmeleri mümkün değildir…. Mektubat 121 p3
Ekber-ül kebair denilen en büyük kebairlerden biri ise yalancı şahitlik oluğu Barla Lahikasında şöyle haber verilmiştir;
Hem mektubunuzda “yedi kebair“i soruyorsunuz. Kebair çoktur, fakat ekber-ül kebair ve mubikat-ı seb’a tabir edilen günahlar yedidir: “Katl, zina, şarab, ukuk-u vâlideyn (yani kat’-ı sıla-yı rahm), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid’alara tarafdar olmak”tır.
Barla Lahikası 335 p4
Bediüzzaman Hazretlerinden “Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz!..” dersini alan Nur talebeleri mahkemelerde dahi kendilerini muhafaza ederken yalana tenezzül etmemişlerdir.
…hakikî Nur Şâkirdleri çekinmeyerek, Kur’ân hakikatlerine karşı kudsî alâkalarını ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahkemenizde hakikat-ı hâli olduğu gibi itiraf ediyorlar.Hile ile, dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül etmiyorlar.
Tarihçe-i Hayat 570 p1
Hem yine Nur talebelerinden Binbaşı Asım Bey mahkemede yalan söylememek adına ölümü tercih etmiş İstikamet şehidi olmuştur.
Binbaşı Merhum Asım Bey isticvab edildi; eğerdoğru dese, Üstadına zarar gelir ve eğer yalan dese, kırk senelik namuskârane ve müstakimane askerliğinin haysiyetine çok ağır gelir diye düşünüp, “Ya Rab, canımı al!” diyerek on dakikada teslim-i ruh eyledi. İstikamet şehidi oldu.
Tarihçe-i Hayat 222 p1
21.02.03
ص