OY KULLANMAK ŞİRK Mİ? HANGİ ÖLÇÜLERE GÖRE OY KULLANILMALI?
Siyasi partilere oy vermek,günümüzde çokça konuşulan ve sorulan bir mevzudur.Bazı çevrelerce oy kullanmanın şirk olduğu iddia edilmekte gerekçe olarak; yönetimde Allah’u Teala’nın dininin geçerli olmaması, dinin devletten ayrı olduğu söylenmekte delil olarak ise Maide suresi
44-… Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
45-..Kim de Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.
47-..Artık kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.
ayetleri gösterilmektedir.
İlgili ayetlerin öncesi ve sonrasına baktığımızda görüyoruz ki;
Allah’u Teala bu ayetlerde Tevrat’ı değiştiren Yahudilerden bahsetmekte ve bu hususların Tevrat’ta yazılı olduğunu beyan etmektedir.Şöyle ki;
44- İçinde bir hidâyet ve bir nûr bulunan Tevrât’ı muhakkak ki biz indirdik. (Allah’a) teslîm olmuş peygamberler, yahudi olanlara onunla (Tevrât’la) hüküm verirlerdi; Allah’ın Kitâbı’nı muhâfazaya me’mur edilmeleri sebebiyle Rabbânîler (ilim ve ihlâsla kulluk ederek Rabb’e mensub olan kimseler) ve ahbâr (ilim sâhibi zâtlar) da (onunla hüküm verirlerdi); çünki (onlar,) ona gözcülük eden (tahriften koruyan) kimseler idiler. (Ey yahudiler!) O hâlde insanlardan korkmayın; ancak benden korkun ve âyetlerimi az bir fiyata (geçici dünya menfaatleri mukābilinde) satmayın! (Tevrât’ı tahrîf etmeyin!) Artık kim Allah’ın indirdiğiyle (inkâr ederek) hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
45-Hem onda (Tevrât’ta, yahudilerin) üzerlerine: “Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak ve dişe diş; yaralara ise (karşılıklı) kısas (vardır)!” diye yazdık. Fakat kim bunu (kısas hakkını) bağışlarsa, o takdirde bu onun (günahları) için bir keffâret olur. Kim de (inandığı hâlde aksini yaparak)Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlarzâlimlerin ta kendileridir.
47 . Ve İncîl ehli, Allah’ın onda indirdiğiyle hükmetsin (diye buyurduk)! Artık kim (inandığı hâlde amel etmeyerek) Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.
Maide suresi 44, 45 ve 47. âyetlerinde sıralanan şu sıfatlardan “kâfirler, zâlimler ve fâsıklar” kafirler , inkâr edenleri; zalimler ve fasıklar ise, îmânı olduğu hâlde bunun gereğini yapmayan kimseleri ifâde eder. Zirâ Hz. İkrime (ra)’den gelen rivâyete göre, “Onlar kâfirlerin ta kendileridir” ta’bîri, hem kalben hem de lisânen ilâhi hükümleri inkâr edenleri içine alır. Hâlbuki Allah’ın hükümlerini kalbiyle bilip, lisânıyla da bunu ikrâr ettiği hâlde buna zıt olan amelleri işleyen kimseler yâni zâlimler ve fâsıklar, aslında Allah’ın indirdiği ile hükmetmiş ama onu bi’l-fiil yapmamış olurlar. Dolayısıyla böyle kimseler sırf bu amellerinden dolayı kâfirler sınıfına dâhil olmazlar. (Râzî, c. 6/12, 6-13)
Görüldüğü gibi bu ayetlerde, “şirk düzeninde Allah’ın hükmünün icra edilmesi” değil, Kitab’ın değiştirilmeye çalışılması ve tahrif edilmesi, İlahi kitaptan Allah’ın hükmünün kaldırılması ve tahrif edilen kitabın Allah’ın hükmüymüş gibi sunulması konu olmuştur.
Bu ayetler, iddia edildiği gibi, “Allah’ın hükmünü icra edemeyen” toplumlar için delil olmaz.
Bir Müslüman’ın gönlünde yatan ve arzu ettiği elbette inandığı esaslar üzere idare edilmesidir.Yani Allah’ın şeriatına göre hayatını tanzim etmektir. Bediüzzaman Hazretleri şeriat istemi hakkında mahkeme olunurken şöyle der;
Nihayet menhus 31 Mart Hâdisesi meydana gelir. Şeriat
isteyen ve o hâdisede ismi karışan onbeş kadar hoca i’dam edilir. Bedîüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde muhakeme olunur. Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar:
-Sen de şeriat istemişsin?
Bedîüzzaman cevab verir:
–Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!
Tarihçe-i Hayat ( 60 )
Anacak şeriatı arzulamak ile onu getirmek aynı mesele olmadığını nazara veren Bediüzzaman hazretleri Mektubatta şöyle der;
Evet ben nasıl bu kış içinde baharı temenni ediyorum ve arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de: Hâl-i âlemin salahını temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, çünki elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum; çünki ne vazifemdir, ne de iktidarım var.
Mektubat ( 69 )
Müslim de geçen bir hadiste münkeri benimsemeyen değişmeye çalışsa da buna güç yetiremeyenlerin onun günahından ve cezasından uzak oldukları şöyle ifade edilir;
“…münkeri münker bilen ve o hususta şüpheye düşmeyerek onu düzeltmeye çalışan, onun günahı ve cezasından berî olur. Eli ve dili ile münkeri değiştirmeğe gücü yetmediğinden dolayı ancak kalbi ile onu inkâr eden ve ondan nefret eden kimse de, o münker işe ortak olmak günahından salim olur. Fakat çirkin yani münker iş yapanlara kalbiyle rıza gösteren ve o işi yapmakta olanlara tabi olan ise, hem günahtan berî olamaz, hem de ortaklık suçundan salim kalamaz.”(Sahih-i Müslim 6.cild, 62. hadis.)
O zaman ortaya şu durum çıkmaktadır.Müslümanlar mevcut idari sistem içinde hangi ölçüyle hareket etmeli, oy kullanırken neye dikkat etmeleri gerekmektedir. Şeriattın bu meseleye bakan ahkamı nelerdir.
Mevcut sistem içinde dinin emirlerini yaşama noktasında çıkan engelleri aşmak,sistemin zararlarından kendini muhafaza etmek adına nasıl tavır sergilemeliyiz ve oy kullanırken neyi ölçü almalıyız.
İslam hukukuna baktığımızda şu kaideleri görmekteyiz.Şöyle ki;
Ehven-üş Şer :İslâm hukukunda bu tabirin manası şöyle ifade edilir: iki şerli işin veya şeyin daha az zararlısı. Buna Ehven-i şerreyn de denir. Keza “iki fesad tearuz ettikde ehaffı irtikâb olunur. Yani bir kimse, iki şerden birini iltizam mecburiyetinde kalsa, bunlardan binnisbe hafif olanı ihtiyar eder.” (Hukuk-u İslâmiye Kamusu cilt.1 sh:282. 27 ve 28. maddeler.)
Daha şiddetli olan zarar daha hafif olanı ile izale olunur.(Mecelle 27)
İki şerle karşılaşınca hafif olanı işlenerek büyüğün çaresine bakılır. (Mecelle 28)
Kaçınılmaz iki şerden hafif olanı ihtiyar olunur. (Mecelle 29)
İslâm hukuku: “Def’-i mefasid celb-i menafiden evladır” kaidesini koymuştur.
Bu def’-i mefasid kaidesi, Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu 1. cild sh: 283’deki Kavaid-i Külliye kısmının 29. maddesi olarak şöyle kayıtlıdır:
“Def’i mefasid, celb-i menafi’den evladır.” Yani mefsedetleri, günahları önlemek ve işlememek; menfaatları, sevabları, iyilikleri getirmek ve işlemekten evladır, yani öncelik kazanır.”
Fıkıhtaki bu kaideyi Üstadımız siyasi tercihe tatbik etmiştir. Yirmibeş sene süren koyu istibdad ve din düşmanlığı devresinden (1925-1950) sonra iktidara gelen Demokratları Bediüzzaman Hazretleri ehvenüşşer kaidesiyle desteklemiş ve iktidarda kalmaları için de tavsiye ve ikazlarda bulunmuştur. Ahrarlar denilen bu hürriyetçileri “dindar demokratlar” ve “dine hürmetkâr demokratlar” diyerek özelliklerini de beyan etmiştir.
Evet malumdur ki, bu âlemde iyiler de kötüler de; iyilikler de kötülükler de derecelidir. Yani iyinin daha iyisi, kötünün daha kötüsü vardır. İyi ve kötü değerlendirmeleri bu nisbiyete göre yapılır. İşte bu ölçünün tatbikî bir örneği olabilecek bir mektubunda sorulan suale cevaben Üstadımız diyor ki:
Üstadımızdan, ne için Demokrat Parti’yi muhafazaya çalıştığını sorduk, cevaben:
“Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki Halk Partisi, İttihadçıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbarıyla, onbeş senede yaptığı icraatının kısm-ı a’zamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyyen iktidara getirmeyecek. Çünki Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir Müslüman kat’iyyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese edilemez. İşte bunun için hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.
Emirdağ Lâhikası-2 (206 p2)
Netice hayli uzun olan bu mevzuda tercihen seçtiğimiz bazı parçalarda görüldüğü üzere Nur Talebeleri rey kullanırken ehven-üş şer kaidesine istinaden daha az şerli olanı tercih ederek reylerini bu yönde kullanırlar.