Risale-i Nur’lar Sadeleştirilemez

Bediüzzaman Said Nursi (R.A) hazretlerine, asrın ihtiyaçlarına binaen ilhamen yazdırılan Risale-i Nur eserleri, İmanî ve Kur’anî hakikatleri, aklî ve mantıkî bürhanlarla isbat eden bir tefsirdir.

RİSALE-İ NUR’LAR SADELEŞTİRİLEMEZ

Bediüzzaman Said Nursi (R.A) hazretlerine, asrın ihtiyaçlarına binaen ilhamen yazdırılan Risale-i Nur eserleri, İmanî ve Kur’anî hakikatleri, aklî ve mantıkî bürhanlarla isbat eden bir tefsirdir. Bu tefsir külliyatı, Kur’an-ı hâkimden aldığı feyz ve manevi kuvvet ile milyonlarca insanın imanını kurtarmış ve hidayetlerine vesile olmuştur. Tabii olarak böyle bir hidayet serdarı, ehl-i ilhad ve ehl-i dalaletce en büyük adüvv addedilerek yıllarca tenziline çalışılmıştır. Müellif-i muhterem Bediüzzaman hazretleri başta olmak üzere Nur Talebeleri tarihte eşine ender rastlanan işkence ve tazyikatlara maruz bırakılmıştır. Yapılan bu zulümler, engizisyon mezalimini bile aratacak seviyeye ulaşmıştır. Bu zulüm ve tazyikatların tek sebebi Risale-i Nur’un hizmetine sed çekmek, neşrine engel olmaktır. Amma Risale-i Nur’lardaki kuvvet bütün bu taarruzlara galebe çalmış ve bu Nur’lar milyonlarca insana ulaşmıştır. Ehl-i dalalet, Risale-i Nur’ları güç kullanarak yenemeyeceğini anlayınca zaman içerisinde çeşitli desiselerle Risale-i Nur’daki kuvveti kırmanın başka yöntemlerine başvurmuştur. İşte Risale-i Nur’ları sadeleştirme gayreti içinde olanlar bilmeyerek de olsa bu sinsi planın bir parçası olmuş oluyorlar.

 

Bu derlememizde Nur Risalelerinin sadeleştirilemeyeceğini, yine Risale-i Nur’dan delillerle birkaç başlık altında ispatlayacağız. Gayret bizden, Tevfik Allah’tan diyerek mevzumuza başlıyoruz;

 

1- RİSALE-İ NUR’LAR İLHAMEN YAZDIRILMIŞTIR.

Bu bölümde evvela Risale-i Nur’ların Kudsiyetini anlatan birkaç paragrafı aynen aktaracağız. Ta ki sadeleştirilme hevesiyle tahrifine çalışılan bu muazzam eserin mahiyeti bir derece anlaşılmış olsun. Şöyle ki;

 

Bu asırdaResail-in Nur denilen otuzüç aded Söz ve otuzüç aded Mektub ve otuzbir aded Lem’alar, bu zamanda, Kitab-ı Mübin’deki âyetlerin âyetleridir. Yani, hakaikının alâmetleridir ve hak ve hakikat olduğunun bürhanlarıdır. Ve o âyetlerdeki hakaik-i imaniyenin gayet kuvvetli hüccetleridir. Şualar 709 p son

 

Yirminci Âyet:

وَ نُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَ رَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَŞu âyet-i azîme sarîhan asr-ı saadette nüzul-ü Kur’ana baktığı gibi, sair asırlara dahi mana-yı işarîsiyle bakar. VeKur’anın semasından ilhamî bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder.İştedoğrudan doğruya tabib-i kulûb olan Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risalet-ün Nur, benim çok tecrübelerimle umum manevî derdlerime şifa olduğu gibi, Resail-in Nur şakirdleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek Resail-in Nur bu âyetin bir mana-yı işarîsinde dâhildir. Ve bu dühûlüne bir emare olarak

مَا هُوَ شِفَاءٌ وَ رَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَnin makam-ı cifrîsi bin üçyüz otuzdokuz (1339) ederek aynı tarihteKur’andan ilham olunan Resail-in Nur bu asrın manevî ve müdhiş hastalıklarına şifa olmakla meydana çıkmağa başlamasından, bu âyet ona hususî remzettiğine bana kanaat veriyor. Şualar 706 p2

 

Risalet-ün Nur sair te’lifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitablardan alınmamış.Kur’andan başka me’hazı yok,Kur’andan başka üstadı yok, Kur’andan başka mercii yoktur. Te’lif olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’anın feyzinden mülhemdir ve sema-i Kur’anîden ve âyâtının nücumundan,yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor. Şualar 711 p3

 

Meselâ,زَيْتُونَةٍ لاَ شَرْقِيَّةٍ وَ لاَ غَرْبِيَّةٍcümlesi der: “Nasılki elektriğin kıymetdar metaı, ne şarktan ne de garbdan celbedilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, cevv-i havada rahmet hazinesinden, semavat tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerden aramağa lüzum yoktur.” der. Öyle de manevî bir elektrik olan Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belkisemavî olan Kur’an’ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir. Şualar 690 p3

 

Benden sual ediyorsun: “Neden seninKur’andan yazdığın Sözler’debir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur. Bazan bir satırda, bir sahife kadarkuvvet var; bir sahifede, bir kitab kadartesir bulunuyor?”

 

Elcevab: -Güzel bir cevabdır-Şeref, i’caz-ı Kur’ana ait olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâ-perva derim: Ekseriyet itibariyle öyledir. Mektubat 376 p3

 

Risale-i Nur, ekseriyet-i mutlaka ile ilhamen yazdırılmıştır. İlham ise, sonsuz ilm-i ilâhiden gelir. İlm-i ilâhi ise; her şeyi ve herkesi bütün hususiyet ve ahvâliyle bildiği için en isabetli ve en muvâfık ve mânâ külliyetinde ve kudsiyete sahib ve devâ olacak mânâları,o manaları ifade edecek kelimat ile ilham eder. Evet, Risale-i Nurların ilhamen yazıldığına dair Külliyat-ı Nur’da hayli yerler mevcuttur. Burada numune olarak birkaçı zikredilecektir. Ezcümle;

 

…Kur’an-ı Kerim’in feyzinden kalbime doğan fü­yu­zatı yanım­daki kimselere yazdırarak birtakım risale­ler vü­cuda geldi. Bu risa­lelerin heyet-i mecmuasına Risale-i Nur ismini verdim. Hakikaten Kur’an’ın nuruna istinad edil­diği için bu isim vicda­nımdan doğ­muş. Bunun ilham-ı İlahî olduğunabütün ima­nımla kaniim Şualar 496 p1

 

…Resail-in Nur’unmesaili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil;ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyorKastamonu Lahikası 210 p son

 

İşte büyük ülema-i İslâm ve meşayih-i kiram çok tecrübe ve imtihanlarla şöyle bir kanaata varmışlardır ki:Bedîüzzaman ne söylerse hakikattır.Bedîüzzaman’ın eserleri,sünuhat-ı kalbiye olup, cumhur-u ülemanın tasdik ve takdirine mazhardır.Sözler 754 p5

 

Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasıyla, seyyienin bir sayılmak sırrıyla insaf odur ki: Bir seyyie, bir hata görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp i’raz etmemektir.Hakaika dair mesailde külliyatları ve bazan da tafsilâtlarısünuhat-ı ilhamiye nev’indenolduğundan hemen umumiyetleşübhesizdir, kat’îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telakkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünki hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor. Barla Lahikası 137 p son

 

Evet, mezkûr paragraflardan da anlaşılacağı üzere Risale-i Nur’lar, Bediüzzaman Hazretlerine ilhamen yazdırılmış olup, kendi irade ve tasarrufu ile vücut bulmamıştır. İlham edilen o kudsi manalar yine o manaları karşılayacak kelimelerle ifade edilmiş, söylettirilmiştir. Zira anadili başka olup, Türkçesi az ve muğlâk olduğu halde yazdığı Risale-i Nurlar hakkında;

 

Büyük şâirimiz, edebiyatımızın medar-ı iftiharı merhum Mehmed Âkif, bir üdebâ meclisinde, “Viktor Hügo’lar, Şekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler.”… Tarihçe-i Hayat 764 p4

 

Diye takdir ve Tahsin ifadeleri de gösteriyor ki, Nurlardaki kelimeler dahi ilhamen gelmiştir. İşte bu husus Mektubat adlı eserde şöyle ifade edilmektedir:

 

Elli-altmış risaleler (*) öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki; değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tedkike vakit bulamayan bir insanın; belki büyük zekâlardan mürekkeb bir ehl-i tedkikin sa’y ü gayretiyle yapılmayan bir tarzda te’lifleri,doğrudan doğruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünki bütün bu risalelerde, bütün derin hakaik, temsilât vasıtasıyla, en âmi ve ümmi olanlara kadar ders veriliyor.Halbuki o hakaikin çoğunu büyük âlimler “tefhim edilmez” deyip, değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.

 

İşte en uzak hakikatları, en yakın bir tarzda, en âmi bir adama ders verecek derecede; benim gibi Türkçesi az,sözleri muğlâk,çoğu anlaşılmaz ve zahir hakikatları dahi müşkilleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o sû’-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu hârika teshilât ve sühulet-i beyan; elbette bilâşübhe bir eser-i inayettir ve onun hüneri olamazve Kur’an-ı Kerim’in i’caz-ı manevîsinin bir cilvesidir ve temsilât-ı Kur’aniyenin bir temessülüdür ve in’ikasıdır.

(*): Şimdi 130’dur.                                                                                         Mektubat 373 p3

 

Hem yine bu manayı te’yid eden, başka kelimelerin bu kudsi kelimatın yerini tutamayacağı hakikatini Hz Üstad şöyle ifade etmiştir;

 

…Kur’anın bir nevi tefsiri olan Sözler’deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-i Kur’aniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûb libasları,kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez; belki onların vücududur ki, öyle ister vebir dest-i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız. Mektubat 383 p1 sonu

 

Paragraftan da anlaşılacağı üzere Hazret-i Üstad,bu ifadelerin kendi hüneri olmadığını, o kelimeleri seçmede müdahalesi bulunmadığını, belki bir ihsan-ı İlâhi olduğunu te’vili imkansız bir şekilde ifade etmiş oluyor.

 

Bediüzzaman Hazretleri şu hususu da ehemmiyetle nazara verip der ki:

 

…Risale-i Nur’undoğru ve hak olduğuna latif bir münasebet söyleyeceğim.  Şöyle ki:

Celcelutiye, Süryanîce bedi’ demektir ve bedi’ manasındadır. İbareleri bedi’ olan Risale-i Nur, Celcelutiye’de mühim bir mevki tutup ekser yerlerinde tereşşuhatı göründüğünden, kasidenin ismi ona bakıyor gibi verilmiş.  Hem şimdi anlıyorum ki; eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bediüzzaman lâkabı benim değildi, belki Risale-i Nur’un manevî bir ismiidi. Zahir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş. Demek, Süryanîce bedi’ manasında ve kasidede tekerrürüne binaen kasideye verilen Celcelutiye ismi işarî bir tarzda, bid’at zamanında çıkan Bediülbeyan ve Bediüzzaman olan Risale-i Nur’un hem ibare, hem mana, hem isimnoktalarıyla bedi’liğine münasebetdarlığını ihsas etmesineve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu ismin müsemmasında, Risale-i Nur çok yer işgal ettiği için, hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum. Şualar 747 p2

 

Mezkûr ifadede geçen “…Risale-i Nur’un hem ibare, hem mana, hem isim noktalarıyla bedi’liğine...” cümlesi ile Nur’lardaki kelimelerin emsalsiz ve harikalığı, sarih bir şekilde ifade edilmiştir.

 

Gençlik rehberinde geçen şu paragraf dahi Risale-i Nur’daki Üslub-u beyanın başkalarıyla kıyasa gelmeyecek kadar fevkalade olduğunu anlatır. Şöyle ki;

 

Risale-i Nur’un üslûbuemsalsiz ve hiçbir üslûbla kabil-i kıyas olmayan cazib bir üslûbdur. Bediüzzaman Said Nursî, bir müfessir-i Kur’an olmakla beraber asrımızın en büyük edibi ve kuvvetli bir beligidir. Fakat lafzın gösteriş ve tantanasına değer veren ediblerden değildir. Bilakis en fazla manaya ehemmiyet ve kıymet verip, lafzın hatırı için manadan fedakârlık yapmayan,elbise için vücuddan kesmeyen bir müelliftir. O, zâtına has ve gayet müessir ve gayet cazibedar bir üslûb-u beyana sahibdir.

 

Bunun için Nur RisalelerindeKur’an ve iman hakikatları en berrak ve en mükemmel, en cazib ve en müessir bir tarzdaizah ve isbat edilmiştir. Gençlik Rehberi 261 p son

 

Müdakkik muallimlerden merhum Hasan Feyzi Yüregil ağabeyin Risale-i Nur’a hitaben yazdığı şu mektubu gayet ehemmiyetlidir. Zira mektubunda Risale-i Nur’un kelime ve harflerinde birçok esrar ve ledünniyatın bulunduğunu şöyle belirtir;

 

Ey Risale-i Nur! Senin Kur’an-ı Kerim’in nurlarından ve mu’cizelerinden geldiğine,Hakk’ın ilhamı, Hakk’ın dili olup onun emri ve onun izni ile yazıldığına ve yazdırıldığına, artık şek şübhe yok. Fakat acaba senin bir mislin daha yazılmış mıdır? Türkçe olarak te’lif ve tertib ve tanzim olunan, müzeyyen ve mükemmel, fasih ve belig nüshalarının şimdiye kadar bir eşi ve bir benzeri görülmüş müdür? Yüzündeki fesahat ve özündeki belâgat ve sendeki halâvet başka eserlerde görünmüyor. Ehil ve erbabına malûm olduğu üzere âyât-ı beyyinat-ı İlahiyenin türlü kıraat ile hikmet ve hakikat ve marifet ilimlerini ve daha bir çok rumuz ve esrar ve işaret ve ulûm-u Arabiyeyi hâmil olduğu gibi, sen dahi bir çok yücelikler sahife ve satırlarında, hattâ kelime ve harflerinde,talebelerini hayret ve dehşetlere düşürenbirçok esrar ve ledünniyat taşıyorsun.İşte bu hal senin birmu’cize-i Kur’an olduğunuisbat ediyor. Öyle yazılmış veöyle dizilmişsin ki; insanın baktıkça bakacağı, okudukça okuyacağı geliyor. Konferans 83 p son

 

Hâsıl-ı kelam; Bu harika ve emsalsiz elfaz-ı mübarekin, sadeleştirme hevesiyle değiştirilmesi ve yerlerine başka kelimelerin ikame edilmesi maslahat değil, bilakis Risale-i Nur’lara bir hıyanettir.

 

 

 

2- RİSALE-İ NUR’LAR İMANÎ MES’ELELERİ LÜZUMU NİSBETİNDE İZAH ETMİŞ VE HER TÜRLÜ HALK TABAKASININ ANLAYABİLECEĞİ BİR ÜSLUBLA YAZILMIŞTIR.

 

Risale-i Nurlar’da anlatılan her mes’ele lüzumu nisbetinde anlatılmış ve gerektiği kadar izah edilmiştir. Bu hakikatin anlatıldığı birkaç parçayı numune olarak aynen aktarıyoruz;

 

Risale-i Nur,imanî mes’elelerilüzumu derecesinde izah etmiş.Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız herbir mes’eleyi tam anlamasa da,ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtır. Sözler 772 p3

 

Şu kelimeyi, Otuzikinci Söz’ün Birinci Makamı gayet kuvvetli ve şaşaalı bir surette isbat ettiğinden, ona havale ederiz.Onun fevkinde beyan olamaz,ondan daha ileri beyana lüzum yok ve izah edilmez. Mektubat 231 p2

 

Hem madem…Daha yazacaktım, fakat güneş gibi malûm olmasındankısa kestim… Şualar 219 p3

 

Paragraflarından da anlaşılacağı kadarıyla Risale-i Nur’lar imanî mes’eleleri lüzumu derecesinde izah etmiştir. Bu izahtan sonra yeni bir izahla uğraşmak abesle iştigaldir. Ayrıca Risale-i Nur’ları anlamanın zor olduğu iddiası da çirkin bir iftiradır. Bu iftiranın muskit cevabı “RİSALE-İ NUR’LAR ANLAŞILMIYOR İDDİASI VE LÜGAT MESELESİ”isimli derlememizde mevcuttur. Nur’lardan istifade ve istifaza eden milyonlarca insanın lisan-ı halle cevap verdiği mezkûr meseleyle ilgili teferruatlı cevabı o derlememize havale ederek, burada her sınıf insanın Nur’lardan istifade ettiğini anlatan bazı parçaları zikredeceğiz. Şöyle ki;

 

Bu söz, şimdiye kadar binler adamı hâb-ı gafletten kurtardığı gibi, çoklarını da imana getirmiş. Gayet kıymettar ve yüksek olmakla beraber,temsiller ile fehmi kolaylaşmış, herkes onun dilini anlıyor.Sözler 785 p3

 

Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi hattâ en muannide karşı dahi parlak bir surette isbatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i İlahiyedir. Çünki hakaik-i imaniye ve Kur’aniye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, “Akıl buna yol bulamaz!” demiş. Onuncu Söz Risalesi, o zâtın dehasıyla yetişemediği hakaiki; avamlara da, çocuklara da bildiriyor.Mektubat 372 p2

 

…Risale-i Nur;bütün tabakat-ı beşere hem medrese, hem mekteb, hem kışla, hem hakîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en ehass-ı havassa kadar ders verip, talim ve terbiye etmesi bizce meşhud olmasıyla,… Kastamonu Lahikası 70 p1sonu

 

Risale-i Nur!.. Kur’an Âyetlerinin nurlu bir tefsiri.. Baştan başa îman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen.. Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış Müsbet ilimlerle mücehhez.. Vesveseli şüphecileri ikna ediyor… En avamdan en havassa kadarherkese hitap edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor… Tarihçe-i Hayat 681 p 3

 

Risale-i Nur’daki âyetler, Kur’an-ı Hakîm’in en büyük mu’cizesi olanhususiyetleri kaybettirilmeden, büyük bir san’at ve meharetle Türkçemize tefsir edildiği için; Risale-i Nur’u kadın, erkek, memur ve esnaf, âlim ve feylesof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlayabiliyor. Kendi istidadları nisbetinde gördükleri istifadeler karşısında ona bir kat daha sarılıyorlar. Liseliler, üniversiteliler, profesörler, doçentler, feylesoflar okuyorlar. Bu münevver sınıflar fevkalâde istifade ettikleri gibi; Risale-i Nur’un hârikulâdeliğini ve te’lif san’atındaki üstünlüğünü tasdik edip hayretler içerisinde bütün külliyatı okumak iştiyakına sahib oluyorlar…. Bu rağbet ve şiddetli alâka hiçbir psikolog, sosyolog ve feylesofun eserinde görülmemiştir. Onlardan ancak tahsilli kimseler istifade edebilmişlerdir. Bir ortaokul çocuğu veya okumasını bilen bir kadın, büyük bir feylesofun eserini okuduğu zaman istifade edememiştir. Fakat Risale-i Nur’dan herkes derecesine göre istifade etmektedir. Şualar 549 p son

 

Risale-i Nur, avamdan en âlim ve en münevvere kadar her sınıfın kendi istidadı nisbetinde istifade edebileceği bir eser külliyatıdır.

 

İşte bu hakikatler içindir ki; Nurları okuyan ve yazan Nurcular, dünyanın her tarafında gittikçe çoğalmaktadır. Nur Çeşmesi 137 p2 sonu

 

Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim sekiz sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.Sözler 5 p1

 

Birader, haşir ve âhireti basit ve avam lisanıyla ve vâzıh bir tarzda beyanını ister isen, öyle ise şu temsilî hikâyeciğe nefsimle beraber bak, dinle… Sözler 48 p2

 

3- RİSALE-İ NUR SADELEŞTİRMEYE İZİN VERMEZ

 

Asâ-yı Mûsa mecmuasının Arapçaya tercümesi husussunda Büyük İslam âlimlerinin görüşleri Tarihçe-i Hayat’ta şöyle anlatılır;

 

Risale-i Nur, fevkalâde müstesna bir edebî üstünlüğe maliktir. En meşhur eserlerle bile kabil-i kıyas olmayan ve başlıbaşına bir hususiyeti haiz olan üslûbunda yüksek bir belâgat, fesahat ve selâset ve îcaz vardır. Hattâ Bediüzzaman’ın eserlerini Âlem-i İslâmın ısrarla arzu etmesiyle Arapçaya tercüme ettirmek için büyük İslâm âlimlerine “Asâ-yı Mûsa Mecmuası” götürüldüğü vakit, okumuşlar ve demişlerdir ki: “Bediüzzaman’ın eserleriniancak kendisi tercüme edebilir. Risale-i Nur’daki yüksek belâgatı ve misilsiz olan fesahat ve îcazı tercümede muhafaza etmekten ve Onun ilmini ihata etmekten âciziz!” Bu suretle o yüksek âlimler, Üstadımızın faziletini ve Risale-i Nur’un kemalâtını göstermişlerdir. Tarihçe-i Hayat 696 p son

 

Paragraftan da anlaşılacağı üzere İslam âlimleri, Bediüzzaman hazretlerinin ilmini ihata etmekten aciz olduklarını, yüksek belagat, fesahat ve îcazı tercümede muhafa edemeyeceklerini itiraf etmişlerdir.

 

Ayrıca Hazret-i Üstad (R.A) Risale-i Nur’ları kendi fikriyle bile tanzim ve ıslah etmeyi muvafık görmediğini şöyle anlatır;

 

Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeği muvafık görmediğimiçin bir parça fehmi işkal edecek bir vaziyet aldı. Şualar 99 p1

 

Zikredilen şu paragraf çok manidardır. Zira Bediüzzaman Hazretleri bile kendi fikriyle tanzim ve ıslahı muvafık görmüyorsa, O’nun ilmi seviyesine yetişemeyenlerin böyle bir şeye cesaret etmesi eblehane bir harekettir.

 

Bediüzzaman hazretlerinin “Elhak o kardeşimiz birinciliğini daima muhafaza ediyor.” dediği talebesi merhum Hulusi Yahyagil ağabey Üstad Hazretlerine yazdığı bir mektubunda Risale-i Nur’daki kelimelerin değiştirilemeyeceğini bakınız nasıl vurguluyor;

 

Kimin haddidir ki, buNurlarda yanlışlık bulsun. Evet, bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünki edebiyat satılmıyor, Kur’an’dan nurlar gösteriliyor. Bu fakir kardeşiniz bu Sözler’i okuduğum zaman, üstadımı temsil eder bir hâl alıyorum. Tabiratınızla,şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki, tarif edemem. Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyor telakki ediyorum. Barla Lahikası 62 p2

 

Üstad-ı Muhteremin şu gelecek ifadelerinden, İlhami bir surette gelen kelimeleri değiştirmenin Risale-i Nur’ları bozmak anlamına geleceği açıkça anlaşılmaktadır. Şöyle ki;

 

Bu manevî reçete, bütün yazdıklarımızın fevkınde bir sür’atle te’lif edildiği gibi; hem umuma muhalif olarak tashihata ve dikkate vakit bulmayarak, te’lifi gibi gayet sür’atle, ancak bir defa nazardan geçirildi. Demek müsvedde-i evvel hükmünde müşevveş kalmıştır. Kalbe fıtrî bir surette gelenhatıratı, san’atla ve dikkatle bozmamak için, yeniden tedkikata lüzum görmedik.Lem’alar 205 p1

 

(Haşiye): Fıtrî bir surette bu lem’a tahattur ettiğinden, altıncı mertebede iki deva yazılmış. Fıtrîliğine ilişmemek içinöylece bıraktık, belki bir sır vardır diye değiştirmedik. Lem’alar 208 haşiye

 

Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimletanzim veya ıslah etmeğimuvafık görmediğim için bir parça fehmi işkal edecek bir vaziyet aldı. Şualar 99 p1

 

Bazı sualler soruyorsunuz. Aziz kardeşim, yazılan galib Sözler ve Mektublar; ihtiyarsız, def’î ve ânî bir surette kalbe geliyordu, güzel oluyordu. Eğerihtiyar ile Eski Said gibi kuvve-i ilmiyeile düşünüp cevab versem; sönük düşer, noksan olur… Mektubat 279 p1

 

Ve keza şu gelecek paragrafta da Bediüzzaman hazretleri, bırakın Risale-i Nur’lara kalem karıştırmayı, kendi eserlerini başkasının tashih etmesine bile rıza göstermediğini sarahaten ifade ediyor;

 

Başkasının tashihinede kat’iyen razı olamıyorum. Zira külahlıma püskül takmak gibi başkasının sözü, sözlerimle hiç münasebet ve ülfet peyda etmiyor. Sözlerimden tevahhuş eder. Asar-ı Bediiye 403

 

Bediüzzaman hazretleri bir talebesine, Müdafaatında bir harfin bile manayı değiştirdiğini belirten bir mektub yazmıştır. Mahkeme müdafaatında bile bir harfin değişmesine rıza göstermeyen Büyük Üstad, imanî mes’elelerde böyle bir kalem karıştırmaya asla rıza göstermeyecektir. Mezkur mektub Şualarda şöyle kayıtlıdır;

 

…Hem vekilimiz Ahmed Bey’e haber veriniz ki, müdafaayı makine ile yazdığı vakit sıhhatine pekçok dikkat etsin. Çünki ifadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin ve bazan bir noktanın yanlışıylabir mes’ele değişir, mana bozulur.Şualar 486 p 1 sonu

 

Yine Bediüzzaman hazretleri eserlerinde elfazın tebdiline cevaz vermediğini belirtirken, eserlerinin sünuhat-ı Kur’aniye olduğundan, i’caz-ı Kur’aniyenin onları yanlışlardan himaye ettiğini söyler. Şöyle ki;

 

… Evet tashihe muhtaç yerleri vardır, fakat hatt-ı harbde büyük bir ihlas ile, şehidler arasında yazılıp giydirilen o yırtık ibarelerin tebdiline (şehidlerin kan ve elbiselerinin tebdiline cevaz verilmediği gibi) cevaz veremedim ve kalbim razı olmadı. Şimdi de razı değildir, çünki o zamandaki ihlas ve hulûsu şimdi bulamıyorum. (Haşiye-2)

(Haşiye-2):Yeni Said, Risale-i Nur’daki hakikî ihlas ile yine o ihlası buldu. Yeni Said, aynı ihlas ile baktı, tashih yerini bulamadı. Demek sünuhat-ı Kur’aniye olduğundan, i’caz-ı Kur’aniye onu yanlışlardan himaye etmiş.İşarat-ül  İ’caz 9 p1 sonu

 

Hazret-i Üstad Mektubat’ında bütün ömrünü İslamiyetle geçiren ve kafasını malayaniyatla dolduran bir adamın, mübarek elfaz-ı İslamiyenin meal-i icmalisini öğrenmemede mazur olamayacağını ifade eder. Ve böyleleri için bu kelimat-ı mukaddesenin tercüme edilemeyeceğini söyler. Binaenaleyh Risale-i Nur’larda da bulunan bazı elfazın manasını öğrenemeyecek kadar tenbellerin hatırı için o Nur menba’larının mahfazlarını bozmak kar-ı akıl değildir. Mezkûr bahsin anlatıldığı Mektubat’taki yerler şöyledir;

 

…Her mü’mine bilmesi lâzım olan mücmel manaları, yani muhtasar bir meali ise, en âmî bir adam dahi çabuk öğrenir. Bütün ömrünü İslâmiyetle geçiren ve kafasını binler malayaniyat ile dolduran adamlar, bir-iki haftada hayat-ı ebediyesinin anahtarıolan şu kelimat-ı mübarekeninmeal-i icmalîsini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler, nasıl müslüman olurlar, nasıl “akıllı adam” denilirler? Ve öyle heriflerin tenbelliklerinin hatırı için, o nur menba’larının mahfazalarını bozmak kâr-ı akıl değildir!.. Mektubat 341 p1 st 7

 

Acaba kendine müslüman diyen bir adam, dünyanın bir menfaati için, bir günde elli kelime Firengî lügatından taallüm ettiği halde; elli senede ve her günde elli defa tekrar ettiği Sübhanallah, Elhamdülillah ve Lâ ilahe İllallah ve Allahü Ekber gibi mukaddes kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi? Böyle hayvanlar için, bu kelimat-ı mukaddesetercüme ve tahrif edilmez ve tehcir edilmezler! Onları tehcir ve tağyir etmek, bütün mezar taşlarını hâkketmektir; bu tahkire karşı titreyen mezaristandaki ehl-i kuburu aleyhlerine döndürmektir. Mektubat 434 p1

 

4- GEÇMİŞTE VUKU BULAN SADELEŞTİRME HADİSELERİNDEN İKİ NUMUNE

Afyon hapsindeyken Ahmed Feyzi Ağabey Risale-i Nur’ların gençler için sadeleştirilmesi fikrini Üstad hazretlerine bildirmiştir. Üstad hazretlerinin bu fikri kabul etmediğini anlatan mektubu şöyledir;

 

“Saniyen: Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarda hâşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir. Hem su-i isti’male kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik müdakkik olmaz, yanlış mana verir, bir kelime ilave ederehemmiyetli bir hakikatı kaybetmeye sebeb olur.Ben tashihatımda böyle zararlı ilaveleri çok gördüm.

 

Hem benim tarz-ı ifadem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti var… (Elyazma Emirdağ Lâhikası 661)

 

 

Anlaşılacağı kadarıyla Üstad Hazretleri böyle bir tahrife kesinlikle izin vermemiştir. Ancak ehvenuşşeri ihtiyar ederek, izahın metnin içine girmesindense kenarda haşiyecikler olarak yazılmasının daha münasip olacağını belirtmiştir. Fakat sonraları Bediüzzaman hazretlerinin bunu destekler bir ifadesinin olmamasından ve de hakiki Nur Talebeleri arasında böyle bir çalışmaya rastlanmamasından anlaşılıyor ki Müellif-i Muhteremin buna rızası yoktur. Bilakis Risale-i Nur’ların daha iyi anlaşılması adına bilinmeyen kelimelerin lügatçelerinin öğrenilmesi gerektiğini belirten ifadeler Küllayat-ı Nur‘da mevcuttur. Bir numunesi şöyledir;

 

Risale-i Nur, yirminci asrın müslümanlarını ve bütün insanları koyu fikir karanlıklarından ve müdhiş dalalet yollarından kurtarmak için müellifin kendi ihtiyarıyla değil, bir ihsan-ı İlahî olarak yazılmış olan ilhamî bir eserdir.  İşte insan üzerindeki tesiri pek büyük olan böyle bir eseridevamlı olarak, teenni ile ve lügatların manalarını öğrenerek, dikkatle okuyabilseniz,geceli gündüzlü çalışan birçok Nur talebeleri gibi siz de büyük bir huzur ve saadete kavuşursunuz. Nur’un İlk Kapısı 182 p2

 

1950’lerden sonra çıkan Büyük Doğu mecmuasında Meşhur edip Necip Fazıl Kısakürek Risale-i Nur’ların bazı bölümleri sadeleştirilerek neşreder. Üstad hazretleri bu teşebbüse mani olması için talebelerinden merhum Ceylan Çalışkan ve Zübeyr Gündüzalp’ı vazifelendirir. Bu ağabeylerin kat’i delil ve bürhanlara müstenid yazdıkları mektublar en nihayet Necip Fazıl’ı bu işten vazgeçirir.

 

Risale-i Nur’ların gazete ve mecmularda sadeleştirilerek neşredilmesi, hakikatte Risale-i Nur’u tahrif ve tağyir olarak görmesine rağmen, Bediüzzaman hazretleri buna teşebbüs eden dost zatlara neşriyat lisanıyla muhalefet etmezdi. Fakat yakın talebelerini bu hususta vazifelendirerek bu şahısların hatırlarını kırmadan bu tahrifli neşriyata mani olurdu. Elyazma Emirdağ Lahikasında Üstad’ımız, zahirde muhalefet etmeme hikmetini şöyle anlatılır;

 

… Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrediyorum ki; Risale-i Nur’un neşrinde Medreset-üz Zehra erkanlarının sarsılmaz, geri çekilmez himmetleri ve gayretleri, ceridelerle intişarına ihtiyaç bırakmamış, İntişardaki ihlası; ceridelerde münafi-i ihlas olan cereyanlara alet olmaktan muhafaza etmiş. Hattaen ziyade Nurlara tarafdar olan Sebilürreşad’ın hakkkımızda neşriyatına tarafdar olamazdım. Ve hatırını kırmamak için onun teşebbüslerini zahiren reddedemedim, fakat kalben razı değildim.Medreset-üz Zehra’nın ihtiyac-ı hakiki derecesinde neşriyat-ı halisanesi, ceridelere, ihtiyaç bırakmamış.(Siyaset, Neşriyat, Şerh ve İzah Meseleleri 167)

 

Bu noktada medar-ı dikkat edilecek bir husus da şudur; Bediüzzaman Hazretleri gerek Ahmet feyzi ağabeyin sadeleştirme isteğine, gerekse bir-iki dost zatın sadeleştirme teşebbüsüne karşı zahiren çok sert bir tavır sergilememiştir. Lakin yakın talebelerinden Ceylan Çalışkan Ağabeye yazdığı bir mektubta Üstadımızın bu gibi sadeleştirme girişimlerine karşı tavrının çok sert olduğu görülmektedir. Bu mektub Ahmet Feyzi Ağabeyin sadeleştirme isteğinden sonra Ceylan Çalışkan Ağabeye hitaben Üstad Hazretlerinin mübarek elleriyle kaleme alınmıştır ve orijinal metni de şöyledir;

 

“Ceylan bu mahremdir. Bak, sonra yırt! Ben manevi bir ihtara binaen, bir pusula Feyzi’ye yazdım. Sen onu gördün mü? Sen anlaki o ne ile meşguldür. Bir cevap vermedi. Başka lüzumsuz şeyleri yazmış, “Nurları bir mecmua ile neşredeceğiz” gibi manasız bir şeyler yazdı. Sakın Şemsi gibiNurları tağyir etmesin.”

 

Görüleceği gibi Bediüzzaman Hazretleri Ahmet Feyzi Ağabeye yazdığı mülayimane mektubunun ardından, yakın talebesine ihtiyatî bir mektub yazarak onun (Ahmet Feyzi Ağabeyin) ne iş ile meşgul olduğunun takibini istemekle, Hz. Üstad mühim bir yanlışın önünü almış oluyor.  Ayrıca sadeleştirmenin bu hizmet-i kudsiyeye vereceği zararSakın Şemsi gibi Nurları tağyir etmesin.”cümlesiyle sabit oluyor.

 

Keza Üstadımızın Şemsi dediği kişi Şemseddin Yeşil’dir. Şemseddin Yeşil’de Büyük Doğu mecmuasının yazarlarındandır. Ve yazılarında Risale-i Nur’ların bazı bölümlerini sadeleştirerek neşretmiştir. Az yukarıda da arz ettiğimiz vechiyle Bediüzzaman Hazretleri bu zata da zahirde muhalefet etmemiş ama Ceylan Ağabeye yazdığı mezkur mektubta bu zatın yaptığının Risale-i Nur’ları tağyir odlunu belirtmiştir.

 

Şunu da belirtmekte fayda var; Nur talebesi olan bir doktor yaptığı bir derlemede Risale-i Nur’dan alıntılar yapıp neşretmiştir. Bu derleme Üstad’ımıza geldiği zaman Üstad hazretleri Risale-i Nur haricindeki yerleri kâğıt yapıştırmak suretiyle kapatmştır. Ve bu şekliyle neşreden talebesine geri göndererek böyle bir derlemeye razı olmadığını fiili olarak bildirmiştir.

 

NETİCE

Sadeleştirme mevzusuyla alakalı olarak Risale-i Nur’larda yaptığımız bu tahkikat neticesinde görülüyor ki; Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin kalbine gelen sünuhat ve ilhamatla telif eylediği ve Kur’an-ı Muciz-ül Beyan’ın -33 ayetle- işaretine ve İmam-ı Ali’nin (R.A) ve Şah-ı Geylani’nin (R.A) iltifatına mazhar olan Risale-i Nur Külliyatı, sahasında emsalsiz bir tefsirdir. Bu eser külliyatında anlatılan hakikatler ve bu hakikatlerin derkinde intihab edilenelfaz dahi ilhami bir surette ilm-i ezeliden geldiğinden, bu mübarek elfazın yerine beşer kesbiyle ihtiyar edilen elfaz ikame edilemez. Ve Kur’an Nur’larının miftahı olan ve şeair-i İslamiyeye tam muvafık bulunan şu kelimat-ı mübareke bir hevesle tağyir edilip tahrib edilemez. Böyle bir tahrifi yapanlar dahi ind-i ilahide şiddetli mesul olacakları gibi başta Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri olmak üzere umum Nur Talebelerinin hukukunu hiçe saymak gibi bir halat ile hukuk-u umumiyi çiğnemiş olma vebalini hiçbir şekilde ödeyemezler.

ص