Rumuzat-ı Semaniye 1.Parça [28.Mektubun 7.Meselesinin Hatimesi]
Rumuzat-ı Semaniye > 1.Parça [28.Mektubun 7.Meselesinin Hatimesi] > 1.Nükte
Birinci Nükte:
Yirmisekizinci Mektub’un Yedinci Mes’elesinde yedi-sekiz küllî ve manevî inâyât-ı İlâhiyeden hissettiğimiz bir işaret-i gaybiyeyi, “Sekizinci İnayet” namıyla “tevâfukât” tabiri altındaki nakışta o işaratın cilvesini gördüğümüzü iddia etmiştik. Ve iddia ediyoruz ki: Bu yedi-sekiz küllî inâyâtlar, o derece kuvvetli ve kat’îdirler ki, herbirisi tek başıyla o işarat-ı gaybiyeyi isbat eder. Farz-ı muhal olarak bir kısmı zaîf görülse, hattâ inkâr edilse; o işarat-ı gaybiyenin kat’iyetine halel vermez. O sekiz inâyâtı inkâr edemeyen, o işaratı inkâr edemez. Fakat tabakat-ı nâs muhtelif olduğu için, hem kesretli tabaka olan tabaka-i avam gözüne daha ziyade itimad ettiği için; o sekiz inâyâtın içinde en kuvvetlisi değil, belki en zâhirîsi tevâfukât olduğundan; -çendan ötekiler daha kuvvetli, fakat bu daha umumî olduğu için- ona gelen evhamı def’etmek maksadıyla, bir müvazene nev’inden, bir hakikatı beyan etmeye mecbur kaldım. Şöyle ki:
O zâhirî inâyet hakkında demiştik: Yazdığımız risalelerde, Kur’an kelimesi ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesinde öyle bir derece tevâfukât görünüyor.. hiçbir şüphe bırakmıyor ki, bir kasd ile tanzîm edilip, müvazi bir vaziyet verilir. Kasd ve irâde ise, bizlerin olmadığına delilimiz: Üç-dört sene sonra muttali’ olduğumuzdur. Öyle ise bu kasd ve irâde, bir inâyet eseri olarak gaybîdir. Sırf i’câz-ı Kur’an ve i’câz-ı Ahmediyeyi te’yid sûretinde o iki kelimede tevâfuk sûretinde o garib vaziyet verilmiştir. Bu iki kelimenin mübarekiyeti, i’câz-ı Kur’an ve i’câz-ı Ahmediyeye bir hâtem-i tasdik olmakla beraber; sair misil kelimeleri dahi, ekseriyet-i mutlaka ile tevâfuka mazhar etmişler. Fakat onlar, birer sahifeye mahsus. Bu iki kelime ise bir-iki risalenin umumunda ve ekser risalelerde görünüyor. Fakat mükerrer demişiz: Bu tevâfukun aslı, sair kitablarda da çok bulunabilir; amma kasd ve irâde-i âliyeyi gösterecek bu derece garâbette değildir. Şimdi bu davamızı çürütmek kabil olmadığı halde, zâhir nazarlarda çürümüş gibi görmekte bir-iki cihet olabilir:
Birisi: “Sizler düşünüp, öyle bir tevâfuku rast getirmişsiniz.” diyebilirler. “Böyle bir şey yapmak kasd ile olsa, rahat ve kolay bir şeydir.” Buna karşı deriz ki: Bir davada iki şahid-i sâdık kâfidir. Bu davamızdaki kasd ve irâdemiz taalluk etmeyerek, üç-dört sene sonra muttali’ olduğumuza yüz şahid-i sâdık bulunabilir. Bu münasebetle bir nokta söyleyeceğim: Bu keramet-i i’câziye, Kur’an-ı Hakîm belâgat cihetinde derece-i i’câzda olduğu nev’inden değildir. Çünki i’câz-ı Kur’anda, kudret-i beşer o yolda giderek o dereceye yetişemiyor. Şu keramet-i i’câziye ise, kudret-i beşerle olamıyor; kudret, o işe karışamıyor. Karışsa sun’î olur, bozulur. (Hâşiye)
(Hâşiye): Ondokuzuncu Mektub’un Onsekizinci İşaretinde; bir nüshada, bir sahifede dokuz Kur’an tevâfuk sûretinde bulunduğu halde birbirine hat çektik, mecmuunda Muhammed lafzı çıktı. O sahifenin mukabilindeki sahifede sekiz Kur’an tevâfukla beraber, mecmuunda Lâfzullah çıktı. tevâfukâtta böyle bedi’ şeyler çok var. Bu Hâşiyenin mealini gözümüzle gördük.
Bekir, Tevfik, Süleyman, Galib, Said
İkinci Nüktesi
Mübarek bir zâtın kıymetdar bir tefsir-i şerifinde -bazı kardeşlerim o mübarek tefsiri görmüşler- güzel tevâfukâtı müşahade etmişler. Hatırlarına şu gelmiş: öyle ise Sözler’deki tevâfuk bir işarât-ı hassayı göstermiyor. Madem tefsirlerde bulunuyor, elbette sâir şerh nevinden olan kitaplarda çok bulunabilir.
Elcevap: Sözler’i ona kıyas etmek kıyas-ı maalfariktir. Beş fark var. O mübarek tefsirde tevâfukât, hulus-u niyete terettüb eden bir muvafakat ve ilham-ı âmm nev’inden olur. Sözlerde yani “Kur’an” ve “Resûl-i Ekrem” kelimesindeki tevâfukât o neviden değildir.
Birinci Fark:
O mübarek tefsîr bir sayfaya mahsus olarak bazı mebahis tevâfuk ediyor. Sözlerde ise lafz-ı Kur’an ve lafz-ı Resûl-i Ekrem bütün iki kitapta hatta onaltı sayfa içinde yüz defa lafz-ı Kur’an zikredilmiş. Yalnız üç adet müstesna kalmış. Hatta onsekizinci işaretin bir yaprağında ondört Kur’an kelimesi var. Yedisi bir sayfanın ortasında bir sırada dizilmiş, diğer yedisi arkasında aynı mevzuda bir istikamet görünüyor. Bunun gibi garib ve kasdi ve orayı gösteren çok sahifeler var. Halbuki o mübarek tefsîrde lafz-ı Resûlullah yine hassasını gösterir. Nısf-ı ekser tevâfuk ediyor. Fakat nısf-ı ekall müstesna kalıyor. Risalelerin sair tevâfukâtı ise, ekseriyeti mutlaka ile emsali biribirine bakıyor. tefsîrde Lafzullâh ile lafz-ı Kur’an, lafz-ı Resûl-ü Ekrem (ASM) dan başka kesretli emsalde nısf-ı ekall tevâfukât ediyor.
İkinci Fark:
O mübarek tefsîrin sahibi şu zamanın hakikat-i dini himaye eden ricallerinden olduğunu tahminimle beraber tefsîri ile de dine büyük bir hizmeti var. Fakat mesmuatıma ve tahkikatıma nazaran onbeş sene kemal-i dikkat ile o tefsîrin te’lifine çalışmış. Hem benim gibi ümmî değil. Hattı güzel kendi yazıyor. Kur’an-ı Hakim’in kelimatında hususan Lafzullâh’dan gayet güzel ve şirin tevâfukât nazarından kaçmamış. Nazarından kaçsa da istihsan fikrinden hariç kalmamış. Madem göz gördüğü latif bir tevâfuku ve fikren istihsan ettiği o Kur’anî vaziyeti elbette yazdığı vakit onu yormamış. Bozmamağa gayr-i şuurî olarak meyletmiş, bununla beraber kemal-i dikkatle tab’ı başında bulunarak gayet güzel bir sûrette satırlarda kayıt altında olmayarak kemal-i ehemmiyetle tab edilmiş. Bunda Lafzullâh, lafz-ı Resûl-i Ekrem (A.S.M.) hasiyetlerine binaen ekseriyetle tevâfukâtları güzel fakat müstesnaları da çoktur. Bazen yarısından ziyade müstesna kalır, sâir tevâfukât bazen yedi sekizde bir iki bulunur. Bazen onda bir bulunur. Sekiz satırda (Hâşiye) bir kelime on defa tekrar ettiği halde tevâfuk etmemiştir ve hâkezâ. Şu aciz, müflis fakirin hizmet ettiği risaleler ise bütün arkadaşlarım ve kardeşlerim şahitler ki ben kendim yazmıyorum. Hem bir cilt tefsîr kadar tetkikata muhtaç ve ikiyüz sayfadan ibaret olan i’câz-ı Kur’an namındaki Risale mühim bir sebebe binaen günde iki üç saatte kırk sayfa yazmak sûretiyle birkaç günde te’lif edildi. Demek yirmi saat zarfında yazılmıştır. Halbuki o tefsîrin bir cildi bir senede yazılmıştır. Mu’cizat-ı Ahmediye’ye dair risale ise bütün arkadaşlarımın şehadetiyle mecmuu oniki saatten ibarettir. Hem te’lif vaktinde sair kitaplara nakil için müracaat edilmemiştir. Şu halde, o iki risalede ayrı ayrı sekiz müstensihin risalelerinde lafz-ı Kur’an ile lafz-ı Resûl-i Ekrem yirmidörtten biri yalnız nihayet üç dört müstesna kalıp sairleri kasıd ve irâdeyi gösterecek bir derece tevâfuk etmesi kudretimizle ve sun’umuzla ve kendi kendi tesadüfle olmadığını insafı olan, belki şuuru bulunan kabul etmek gerekir.
(Hâşiye):Evet işte ben Süleyman,Tevfık, Hüseyin, Abdullah Çavuş gözümüzle gördük ki; bir kitabın kısa sahifesinde kısa satırlarında on يَشَاءُ kelimesi bulunduğu halde hiçbirisi birine muvazi gelmemiş. Hem yine diğer bir kitabta kısa yedi satırlar içinde beş لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ bulunduğu halde hiçbirisi birisine Sözlerdeki muvâzene nev’inden müvazî gelmiyor. Demek Sözlerdeki tevâfukât tek bir sayfada dikkat edilse, bir işaret-i gaybiyeyi işmam ediyor. Haydi sahifeyi bıraksak bütün bir risalede o nevi tevâfukâtın vücudu, o işareti ihsas ediyor. Haydi bunu da bıraksak Lafz-ı Resûl-i Ekrem ve lafz-ı Kur’an iki risalenin umumunda nadir olarak müstensihin dikkatsizliği ile müstesna kalandan başka bütün birbirine muvazi gelmesi, işaret-i gaybiyeyi pek zahir gösterir. Haydi bu da görülmezse yirmisekizinci mektubun yedinci meselesindeki yedi inâyet-i külliye Öyle kat’i bir işaret-i gaybiyeyi gösterir ki, zerre kadar insafı olan kabulünde tereddüt etmez.
Elhasıl: Nasıl ki, ince ipler birleştirilmesiyle kalın bir ip olur çabuk kopmaz. O iplerden çoğu birleştirilse kalın bir halat olur. Kimse eliyle koparamadığı gibi, Sözlerin sayfalarında görünen ince işaret hatları bütün risalelerdeki tevâfukâta iltihak edip kuvvetleşmiş, hususan Resûl-i Ekrem kelimesinde ve lafz-ı Kur’an ibaresinde parlayan zahir işarete istinad edip te’yid etmiş. Bilhassa o mezkur yedi inâyet-i külliye feveran eden işarete iltihak ettikten sonra bütün bütün kör olmayan demek bir sayfadaki işareti inkar etmek istinad ettiği bütün öteki işaretleri inkar etmek lazım gelir. Çünkü bir sayfa tereşşuhdur, bir büyük menbaa işaret eder. Vesselam.
Üçüncü Fark:
O mübarek tefsîr şerhtir. âyâtın manalarını ve terkibat-ı nahviyelerini tahlil ve tefsîr eder. Bir kelimeyi bir makamda çok tekrar etmeye mecbur olur. Kesretli kelime her halde bir sayfada tevâfuk eder. Fakat tevâfuk eğer tam ise ilhamî bir muvaffakiyettir. Noksan ise, yalnız müstahsen bir muvaffakiyettir. Sözler ve Risaleler ise metindirler. Şerh ve tefsîr değil ki bir makamda bir kelimeyi çok tekrara mecbur olsun.
Hem tevâfukât geldiği vakit ekseri mutlaka ile tevâfuk ediyor. (Hâşiye) Bundan hissettik ki lafz-ı Kur’an ile lafz-ı Resûl-i Ekrem’deki tevâfukâtın şuaıdır. O iki risaleye ve bir kısım Sözlere inikas etmiş.
(Hâşiye): Ondokuzuncu mektubun sekizinci işaretinde bir nüshada, bir sahifede dokuz Kur’an tevâfuk sûretinde bulunduğu halde biribirine hat çektik mecmuunda Muhammed lafzı çıktı. O sahifenin mukabilindeki sahifede sekiz Kur’an tevâfukâtla beraber mecmuunda Lafzullâh çıktı. tevâfukâtta böyle bedi’ şeyler çok yar. Bu haşiyenin mealini gözümüzle gördük.
Bekir, Galip, Şefik, Süleyman, Said Nursi
Dördüncü Fark:
O tefsîr-i mübareği sahifeleri uzundur. Yirmiiki yirmibeş satır var, bazen olur bir kelimeyi yirmi defa tekrar etmiş uzun sayfalardaki kesretli emsalin içinde nakıs tevâfuk-u zahirî nazara göre tesadüfe havale edilebilir. Halbuki Risaleler oniki onüç satır olduğu halde bir kelime kesretli değil birkaç defa tekrar ediyor. Ekseriyet-i mutlaka ile beşte dördü tevâfuk eder. Yalnız bir saatte yazılan bir risalede bir sahifede “şükür” gelmesi onbeş defa mukteza-yı makam olarak yerinde tekrar etmiş. Fakat umumu bila istisna üç kısma inkısam edip beşer beşer birer sırada kemal-i tevâfukla sıralanmış, diğer cihette yedi defa tam bir sırada muvazi gelip bazen nüshada ortasında diğer nüshada satır başlarında dizilmiş. İşte bu vaziyet bizde şüphe bırakmadı ki, bir işaret-i hassa var.
Beşinci Fark:
O tefsîr-i şerifde Lafzullâh ve Resûllullah kelimesinden başka bir ıttırad altında değil. Bir neskle (tertiple) gitmiyor. Manidar görünmüyor. Bazı yedi sekiz, dokuz emsali var iken biribirine bakmıyor. Halbuki Risalelerde manidar bir sûrette tevâfukta bir ıttırad görünüyor, demek Sözlerdeki tevâfukâtın başka bir hususiyeti var ki öyle oluyor.