Rumuzat-ı Semaniye 3. Parçanın Devamı (2)
Üçüncü Sebeb: Göz ile görünecek lafzi nakşi mezayalar mananın hüsnünden ve cemalinden ve intizamından ileri gelmezse kabil-i taklittir, kolayca onun naziri kasden yapılabilir. Halbuki i’câz taklit edilmeyecek bir tarzda olacak. Hatta bu “tevâfukât-ı gaybiye” tabir ettiğimiz San’at-ı Bedi’a, i’câzın ecza-i hakikiyesinden değil belki bir nevi i’câzın vazifesini gördüğü için i’câzın eczası içinde dahil olmuştur. Çünkü i’câz gösteriyor ki: Kur’an, Kelamullah’tır beşerin değildir. Şu tevâfukât-ı gaybiye dahi madem tesadüf işi olamıyor ve fıkr-i beşerin düşünüşü değildir. O da delalet eder ki, o kelam gaybdandır beşerin değildir.
Eğer tevâfukâta kasıd girse o delalet hassası kaybolur. İ’cazdan olmadığı gibi, onun işini de göremiyor. Soğuk bir şey olur. İşte bu sırra binaendir ki: Risalelerde Kur’an’ın fıtri ulvi tevâfukâtından in’ikas eden cilvelerini üç dört sene sonra gördük ve hiçbir kasd ve şuurumuz taalluk etmediğine kanaatimiz geldikten sonra onu Kur’an’ın bir keramet-i i’câziyesi diye ilan ettik ve isbat ettik. Kanaatimiz geldi ki Kur’an-ı Hakim kendi i’câz-i manevisinin tercümanları ve burhanları ve unvanları olan Risaleleri o keramet-i i’câziyeye mazhar etmiş. Adeta tevkil etmiş.
Bilhassa Kur’an’da az tekrar eden lafz-ı Kur’an ile lafz-ı Resûl-i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam ayineleri olan sözlerde tevâfukât-ı gaybiyeye mazhar etmiş ve kendi merkezinde Lafzullâh bir çok esrar-ı i’câziye ile beraber o tevâfukâtı göstermiş. Biz de inşaallah Lafzullâh’ın tevâfukâtını göze görünecek bir tarzda yazacağız. Sair tevâfukâtı kısmen işaret edeceğiz.
Dördüncü Sebeb: Kur’an-ı Hakim madem umum beşerin umum tabakatının mürşidi ve muallimidir. Küçük bir kutudan ta büyük bir sandığa kadar ayrı ayrı şekillerde yazılıyor. Elbette bir kayıt altına alınmayacaktır. Eğer tevâfukaü bir esas-ı mühim tutulsa idi o tevâfukâtı muhafaza ettirmek için bir tarz-ı hat kayıt altına alınması lazım gelirdi. Ve binler cilvelen muhtelif mesahif sûretinde kaybolurdu.
Beşinci Sebeb: Şudur ki: tevâfukât müteşabih olur. İltibasa sebeptir, hıfzı işkal eder. Halbuki: Kur’an’ın hıfzı ehemmiyetle matlubdur. Onun için şu nev’i tevâfukâtı çok ileri sürmemiş.
Yedinci Mes’ele
Kur’an-ı Hakim’i yeni bir tarzda yazmaktaki niyetimin sebepleri üçtür.
Birincisi: Hutut-ı Kur’aniyenin muhafazasına hizmettir. Çünkü gördüm ki Sözler’de tevâfukâtın zuhuru ile fütura düşen müstensihlerin şevkini yeniledi, gayrete geldiler. Yeni bir heves uyandı, kendine yazan tekrar yazmaya başladı. Hem yüzler adamlar Sözlere ve dolayısıyla hakaik-i Kur’aniyeye karşı imanları kuvvetlendi. Hatta bir kısım dinsizler dahi o tevâfukâtı görüp inkar edemedikleri için ikrara mecbur oldular.
Hatta bunlardan birisi demiş: “Bunları ikrar etmem, fakat inkar da edemem. Çünkü: Gözümle görüyorum” demiş. Madem Kur’an’ın ayineleri olan sözlerde bu hal iki mühim faideyi veriyor. O iki faideyi vermesiyle emniyetimiz geldi ki bir inâyet-i ilahiyedir ve içinde bir işaret var. O ayinelerdeki cilveler Kur’an’ın malı olduğu gibi ve Kur’an’dan geldiğini ve Kur’an’ın hesabına geçtiğini ve hakaikinin güzelliği namına bulunduğunu göstermek için o tevâfukâtın menba-ı nuraniyesinin bir kısmını göstermek sûretinde mevcut ve matbu’ Hafız Osman hattıyla; Kur’an’ın sahife ve satırlarını muhafaza etmek şartıyla yeni bir Kur’an’ı yazdırmayı niyet ettik.
Evet, Hafız Osman hattıyla matbu’ Kur’an’da ne gibi mezaya görünse katiplerin müstensinlerin hüneri olamaz. Doğrudan doğruya Kur’an’ın mezayasıdır. Çünkü: En büyük âyet olan Ayet-i Müdayene o mushafın sahifelerinde vahid-i kıyas ittihaz edilip ona göre sahifeler ta’ayyün etmiş ve onlarda çok mezaya tezahür etmiş. Ezcümle: Bütün sahaifin ahirinde güzel ve muvafık hatimelerle âyet tamam oluyor. Hem o mushafın satırları için vahid-i kıyası en kısa süre olan sûre-i Kevser ile sûre-i İhlas esas tutulmuş. Madem hatt-ı Kur’an’ın âyet ve sûresinin mikyasiyle olmuştur. O hatta ne kadar mezaya olsa doğrudan doğruya Kur’an’a aittir.
İkinci Sebeb: Kur’an-ı Hakim’in me’ani ve hakaikinde esrar ve işaratında olduğu gibi elfaz ve hurufunda dahi çok esrar ve mezaya bulunduğuna bir zemin ihzar etmek için Lafzullâh’ın binde bir sırrına işaret edecek bir tarzı yazmak ve bizden sonra gelenler inşallah daha büyük esrarları o anahtar ile açacak temennisidir. Ve nazar-ı dikkati Kur’an’ın hattına çevirmek ve hakaikine ehemmiyetle baktırmak niyetidir.
Üçüncü Sebeb: Elhamdülillah Kur’an-ı Hakim’in dersiyle irşadiyle ilhamiyle feyziyle ve yalnız onun talimiyle ve imlasıyla yazılan altmış risaleyi menba-ı aslisine rabt edip ve onlar kimin malı olduğunu ve neye hizmet ettiklerini ve neyin bürhânları olduklarını ve onların mezayaları nereden geldiklerini göstermek için öyle bir Kur’an’ı yazıp haşiyelerinde âyetlerin hakaikleri hangi risalelerde beyan edildiğini şifre nevinde rakamlarla işaret etmek adeta haşiyesinde dilsiz bir tefsîr, şifreli bir şerh, rakamlı bir haşiye sükut ile bir beyanı yazmak ve o sözlerin kataratını o denize dökmek azmidir. Ve sözler vasıtasıyla harekete gelen enzarı Kur’an’a çevirmektir.
Sekizinci Mes’ele
Şu mesele-i mühimme benim gibi müşevveş, perişan, hastalıklı, kalemsiz, yarım ümmi bir adamın işi olamaz. Benim kahraman arkadaşlarım ve hizmet-i Kur’an’da azimkar kardeşlerim bana nurani kalemleriyle ve münevver kalbleriyle yardım etmeli ve fikirlerini de bu husus hakkında bildirmeli. Mes’ele şimdi pek uzun olmamak için yalnız mushafı üç nev’i mürekkeb ile; Lafzullâh kırmızı, sair tevâfukât başka renkli mürekkeble, âyetleri siyah mürekkeble yazdırmak emelindeyim.
Lafzullâh’taki tevâfukâtı kendi Kur’an’ımda işaretler yapmışım. Benim nüsha-i Kur’aniyemin matbu’su nev’inden birkaç nüsha daha lazımdır ki: Aynen onlara da işaret yapılsın. Birisi Isparta’da, birisi Atabey’de, birisi İslam karyesi’nde, ikisi de benim bulunduğum yerde lazımdır ki: Ona göre her bir müstensihe üçer cüz’ verilip yazılacaktır. Lafzullâh’ın tam tevâfukâtına işaret koymuşum. Müstesna kalanlar ise: Bir kısmının başka vazifeleri olduğu için tevâfukâta girmiyor. Çünkü başka yere bakıyor veyahut o kelimatın mecmuundan manidar bir kelime çıktığından yeri değiştirilmiyor. Ve bir kısmı ise matbaanın ve müstensihin satırlarda ve âyetlerin fasılalarında intizamsızlığından ve bu tevâfukâtı hissedememesinden mevcut tevâfuku bozmuşlar. Öyleler ise sıraya girmeli hatta mümkün ise sayfada iki veya üç sıra ile muvâzene takip edilsin. Hem Lafzullâh’ın tekrarındaki nisbet-i adediyesi pek hayret verici bir tarzdadır.
Ezcümle: sûre-i El Bakara’da Lafzullâh ikiyüzsekseniki (282), âyetleri ikiyüzseksenaltı (286)’dır. Dört adet farkları var. Dört yerde Lafzullâh yerinde dört هُوَ var. Demek Lafzullâh’ın adedi, âyetleriyle tam tevâfuk ediyor. Hem sûre-i Al-i İmran’da Lafzullâh ikiyüzdokuz (209), âyetleri ikiyüzdür. Demek ayetten dokuz fazla kalır. El Bakara’daki noksanı tekmil eder. İki sûrenin âyetleriyle Lafzullâh’ın adedi tam tevâfuktadır. “Zehraveyn” nam-ı alisiyle tabir edilen iki sûre-i muazzamada Lafzullâh’ın tekrar ve tevâfuku azim bir nükteyi gösterir. sûre-i Enâm’ın âyetleri yüzaltmış. Lafzullâh seksenüç. (1) Demek nısfıyet o nisbetle bir tevâfukdur. Nısfıyetiyle bir münasebet-i adediyedir. Ve hâkezâ buna benzer çok manidar sırlar Lafzullâh’ın tekrarında vardır. Mesela: sûre-i Nisa, Maide, Enâm âyetlerinin mecmuu dörtyüzellialtıdır. (456) Lafza-i Celâl’de dörtyüzelliiki olduğundan makamat-ı hitabiyede tam tevâfuk ve o tevâfuk da mühim bir nükte-i i’câziyedir.
Hem Mekkî olan sûre-i Enâm’ın ayeti yüzaltmışbeştir. Lafzullâh’ın tekrarı onun yarısı olarak güzel manidar bir nisbet-i adediyeyi ve tevâfuk-u nısfi gösteriyor. Ve Lafzullâh’ın tekrarında pek çok daha bunlar gibi i’câzî nükteler vardır. Hem bir sahifede tekrar eden Lafzullâh, karşıki sayfasına veyahut arkasına veyahut daha arka sahifesine tevâfuka, nisbet-i adediye cihetinde tevâfuku çok manidardır. Bazen misli, bazen nısfı olur. Nadiren sülüs nisbetiyle bakıyor.
Hem buna dair kendi nüshamda işaretler yapmışım. Hem Lafzullâh her sahifede ekseriyetle ya beş, ya altı, ya yedi, ya dokuz, ya onbir adette gayet manidar olarak tekerrür ediyor. Hususen Medine’de nazil olan sûrelerde daha kesretle ve manidar bir tarzda nazar-ı dikkati kendine celbeder. Çok şua-ı i’câzı taşıyan âyâtın fezlekelerinde ve hatimelerinde parlıyor. Yirmibeşinci Söz’ün Üçüncü Şu’lesinde o fezlekelerin on aded lema’at i’câziyesine işaretler edilmiştir.
Mühim Bir Mes’ele-i Kur’aniye ve Uslub-u Kur’aniyenin
Tenevvuundaki Hikmetli Bir Nükte
Bir zaman Kur’an-ı Azimüşşan’ı okuduğum vakit Mekkî sûreleri bana çok kuvvetli îcazlı ve i’câzlı geliyordu. Medine sûrelerini okuduğum vakit bana çok izahlı ve vüs’atlı ve tafsilli geliyordu. Hayret ediyordum. Hem bakıyordum ki Mekki’lerde ekseriyetle Lafzullâh az tekerrür ediyor. Onun yerinde; “Rab, Rahman” isimleri zikrediliyor. Kur’an’ın irşadı ile ve dersiyle anladım ki: Mekkî sûreler bidayet-i vahyide oldukları ve saff-ı evvel muhatapları ve mu’arızları ümmî müşrikler olduğunu ve en ziyade erkan-ı imaniyenin isbatına dair geldikleri için elbette icazlı olacaklar. Ta ki mebde-i vahyide o ağır halet-i kudsiyeye mazhar olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam tahammül edib zaptetsin. Hem gayet ulvi ve kuvvetli bir tarzda vahdaniyeti isbat edecek bir tarzda müşriklerin kafalarını dağıtacak bir şiddet bulunacaktır.
Hem müşriklerin şirk sebebiyle Allah’ı tanımadıkları için Allah’ın icraat-ı Rububiyesi ve ni’am-ı Rahmaniyesiyle kendini onlara bildirmek için ekseriyetle “Rab” ve “Rahman” lafzının zikri daha ziyade mutabık ve muktaza-yı hâl olarak belağat-ı Kur’aniye iktiza etmiştir.
Amma Medine’de nazil olan sûreler ise: Çünkü Resûl-i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam gittikçe tekemmül etmiş Hitabat-ı Ezeliyeye mazhariyete tahammüle alışmış ve müşriklere bildirmiş ki; Sizi terbiye eden Rabbiniz ve sizi nimetleriyle besleyen Rahmanürrahim ise: Allah’dır.
Hem Medine’de en ziyade muhatab ve mu’arız Allah’ı tanıyan ehl-i kitab olduklarından, hem erkan-ı imaniye süver-i Mekkiye ile isbat edildiğinden, ihtiyaç ise füru’ata ve sair hakaike daha ziyade göründüğünden elbette ekseriyet itibariyle Medine sûrelerinde daha ziyade Lafzullâh cilveger olup, tekrar edecek ve icazlı icmalin cemalinden vuzuhlu tafsilli hüsnüne mazhar olacak ve usul-i dinin erkaniyle beraber füru’at-ı Şeriatı ve sair hâyât-ı içtimaiyeyi terbiye eden tafsilli kudsi düsturların beyanı o Medine sûrelerinde daha ziyade görünecektir.
Dokuzuncu Mes’ele
Ey ihvan: Madem Cenab-ı Hak Kemal-i Rahmetiyle bizi Kur’an-ı Hakim’e hizmetkâr kabul ettiğini gösterir bir tarzda bizi muvaffak ediyor. Biz de merhametine ve inâyet ve tevfîkine istinad edip o merkez-i nuraniyenin etrafında mütesanid bir daire-i muhite olmaya çalışmalıyız. Ve hatt-ı Kur’an’ın ref ine çalışanları susturmalıyız. Ve Kur’an’ı unutturmaya niyet edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız.
Evvelâ: Her birimiz evladı varsa laakal bir veledini, yoksa müstaid başka bir çocuğa Kur’an’ı öğretmeliyiz. Kendi öğretmese de öğretmek için himaye ve teşvik vasıtasıyla birisini yetiştirmeli.
Sâniyen: Kardeşlerimizde arabi hattı varsa çok güzel olmak şart değil, tayin ettiğimiz tarzda bir iki cüz’ yazmaya gayret etmek; arabi hattı olmayanlar, onlara o yazanlara ciddi muavenet etmek lazım geliyor.
Sâlisen: Bize fikirleriyle kalemleriyle yardım etsinler. Buldukları mezaya-yı Kur’aniyeyi bize bildirsinler. Çünkü: Umum ihvan namına bu mühim mes’ele ortaya konuluyor. Bir iki şahsın haddi değil bunu çevirebilsin. Hem Selef-i Salihin, Kur’an’ın haşiyelerinde hiçbir şeyin konulmasına müsaade etmiyordular. Sonra müteahhirin Ulema, Kur’an’a ait bazı şeylerin haşiye yerinde yazılmasına fetva verdiler. Sonra muhtasar tefsîr; Arapça olsun, Türkçe olsun Kur’an’ın sahifesinin etrafında yazılmasını kabul ettiler. Ben seleflerin içtinabından korkuyorum, cesaret edemiyorum. Sizin reyiniz inzimam ederse Kur’an’ın i’câzı, zahiri ve manevisine medar bazı işaretler ile haşiyesinde herhangi risalede izah ve isbat edildiğine işaret olunacaktır.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ ِمَظْهَراِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ
وَ حَبِيبِكَ اْلاَكْرَمِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ